AIBERG’İN “ZIG-ZAG GRUBU”NA KATILIŞI

Yazarımız Hans von Aiberg, Zig-Zag Grubu’na katılışını şöyle anlatıyor:

"Aradığımı, artık İslamiyet’te bulmuştum. Kur’an’ı hıfz ettiğimde hayranlıkla gördüm ki, bilim adamının aradığı tüm gerçekler ve hedefler Kur’an’da yazılıydı. Evrenin yaratıcısı Allah, Kur’an yoluyla bilim adamlarına hedef gösteriyordu. Bu şu demekti: Tüm alemleri, “dışında kalarak bilen” ve “kontrolünde bulunduran” ve her dediğini çağlar boyunca bilim yoluyla doğruladığımız bir “Yaratıcı: Allah” vardı. İşte, “O”na teslim olmuştum.

Önceleri tek başına olduğumu sanıyordum. Fakat, benden önce ve sonra, pek çok ünlü Batılı bilim adamının aynı hidayet yolundan geçtiğini ve “Zig-Zag” adında bir cemaat oluşturduklarını sevinçle öğrendim. Ben ve benim gibi olanlar için, bu beklenmedik dönüşümün bir tek ortak paydası ve açıklaması vardı: Bu da, Allah’a hidayet yoluna aklen ve “tahkiken” ulaşma kerametinin bilimden gelmiş olmasıydı. Sayısı 300’ü geçen Batılı bilimi adamı aynı kerameti yaşamış; kendilerinden başka, aileleri, öğrencileri ve ikna edebildikleri ile birlikte, bilim aracılığı ile İslamiyet’i seçmişlerdi. Demek ki, bu Dünya’dan Allah’ın zirvesine kadar gitmekte olan yol, “bilimin” ta kendisiydi.”

Bu yol, Ankebut Suresi’nin 43. ayetinde gösterildiği gibi, En’am Suresi’nin 105. ayetinde de bildirilmişti:

“… Biz bu ayetleri alimlere açıklamak için böylece bildiriyoruz.”

Faatır Suresi’nin 28. ayetinde ise şöyle denilmişti:

“Kulları içinde sadece alimler Allah’tan korkar.”

Aiberg, Zig-Zag Grubu ile karşılaşmasını şöyle anlatıyor:

“Müslüman oluşumdan sonraki yıllar içersinde, genellikle Kur’an dışındaki İslami eserleri daha çok okuyup inzivaya çekildiğimi gören manevi annem Müfide Hanım kaygılanmaya başlamıştı. Bir gün, bana, “Önce Kur’an’ı oku! Korunmuş olan sadece Kur’an’dır. Eğer onu ihmal edersen, o da seni bırakır; Müslüman olduğunu sanarken, olmadığını görürsün” uyarısında bulundu. Gerçekten o güne kadar, içimdeki gerçek Allah aşkının yerine zamanla Hazreti Muhammed aşkının yerleştiğinin farkına varamamıştım. Sünnetleri coşkuyla, fakat Allah farzlarını sanki gönülsüz yapıyordum. Eğer ben bir Zig-Zag mensubu olmayıp sıradan bir Müslüman olarak kalsaydım, rahmetli annem Müfide Hanım’ı da dinlemeyerek, Hicaz’a yerleşmeyi ve orada Hazreti Muhammed’in yaşadığı gibi bir bedevi olarak sade bir hayat sürmeyi kafama koymuştum. Bunu yapmaya beni çeken şey, Kur’an’ın dışında okuduğum hadisler ve İslami eserler olmuştu. Gerçekten, o hadislerin pek çoğunda, “Nerdeyse her şeyin günah olduğu, ancak bu tarzda yaşayanların cennetlik olacağı” yazıyordu.

Müfide Annem’le bu konuyu tartışarak bir Finlandiya yolculuğu yaptık. Dönüşte onunla vedalaşıp Hicaz çöllerine gitmeye kararlıydım. Finlandiya’ya gitmişken, oradaki Fin-İslam cemaati ile görüşmeden olamazdı. Bu görüşme sırasında, annem beni onlara şikayet etti. Onlar da önce beni onaylayıp, gitmeden önce bir de oradaki Batılı Müslüman bir grupla görüşmemi önerdiler ve acele bir randevu ayarlayıverdiler.     

Bu randevuda, İstanbul’da medrese öğretmenliği yapmış Norveçli bir bilim adamı ile buluştuk. Konuşurken, namaz saati geldiğinde, beni, kapısında “Sieg-Saga” yazılı bir mescide davet etti. Namazdan sonra, bu mescidde hayatımın en güzel söyleşilerinden birine tanık oldum. İslam’da bilimsel “yeniden yapılanma” görüşülüyordu. Söylenen her sözde bir hikmet ve ince bir düşünce vardı. “Allah” ismi sadece mescidin kubbesinde ve “Resulullah” ismi de sadece çıkış kapısının üzerinde yazılıydı. Alıştığımız diğer isim ve sözlerin hiç biri yoktu. Bunu merak edip sorduğumda şu cevabı aldım:

“Onlar kalbimizdedir, kalbimiz onların sevgisi ile yaşar. Ancak, mescitler asla birer puthane değildir. Estetik şeyler süslenebilir, ancak “uhrevi” süslenmez. Allah’ın adını yazmak, Allah’ın kendisi demek değildir. Dolayısıyla, “Allah” yazısını kıbleye koyup tapamayız. Resulullah ise, Allah ile aynı kefeye konamaz, yanyana, eşit yazılamaz. Onun için, ismini çıkış kapısının üzerine yazdık. Diğer halifelere ve peygamberin ahfadına saygımız, sevgimiz sonsuzdur. Ancak, güzel bir yazı da olsa, bunlar ikona, put yerine geçer. Dinimizde buna yer yoktur.”

Söylenenleri çok beğenmiştim. “Ne güzel fikirleriniz var” dediğimde, aldığım cevap o andan itibaren hayatımı değiştirdi: “Bunlar bizim değil; “Mevlana Halid-i Bağdadi”nin fikirleridir” demişlerdi.  

Bu mescitte yaptığım uzun söyleşiler görüşlerimi tümden değiştirdi. Artık Hicaz’a gidip yerleşme isteğimin yerini, yeniden yapılanmakta olan “bilimsel İslam gerçeği” almıştı. O sıralarda, Hazreti Muhammed’in bir gece rüyama girdiğini ve bana: “Naşıma gelmek istiyorsan, bildiğin yerdeyim. Bana gelmek istiyorsan, sancağımın, emanetlerimin olduğu yerdeyim” dediğini ayrıca belirtmeden edemiyeceğim (Aslında, rüyanın bir tanığı olamayacağı için, dinimizde böyle mükaşefekelere yer vermemek gerekir. Ancak, okurumun bana olan inancına güvendiğim için bunu yazmadan edemedim).

Kutsal emanetler İstanbul’daydı. Bu rüya, 23 yıldır İstanbul’da kalmam için bana köklü bir bahane olmuştu. Oysa, Bağdadi ve onun zamanımızdaki temsilcisi olan Zig-Zag mensupları, benim Müslüman bir ülkeye yerleşmeme karşıydılar. Bağdadi: “Batı’ya gidin” demişti. Müslümanlık Batı’da yayılmalıydı. Avrupa’daki Müslüman nüfusu son 150 yılda 6 milyonu bulmuştu. Bunun dört buçuk milyonunun kökeninde “Bağdadi” vardı. Müslüman bir ülkede Müslümanlığı yaymanın bir anlamı olamazdı; bu nedenle görüşlerinde haklıydılar. Bağdadi, Batılı bilimsel Müslüman ile Doğulu klasik Müslüman’ı birbirinden ayırmış, bir arada bulunmalarını yasaklamıştı. “Bilimin olmadığı yerde, zühd ve takvanın bizi arabesk miskinliğe ve taassuba düşüreceğini” sıkı sıkıya tembihlemişti. Bu yüzden, hiç bir Zig-Zag mensubu bir Müslüman ülkeye yerleşmiyordu. (Ancak, bugüne kadar, “altı Zig-Zag mensubu”, vasiyetleri gereği, İstanbul’daki Aşiyan Kabristanı’na defnedilmişlerdir. Bu vasiyetler, onların Müslüman kardeşliğine ne denli bağlı olduklarını göstermektedir).

Ben, ilk önce, hazırlık grubu olan “Sieg-Saga”ya; daha sonra, ana grup olan “Zig-Zag”a alındım. Zig-Zag mensupları, Türkiye’deki çalışmalarımla buraya gelen turistleri bile etkilediğimi biliyorlardı. Nitekim, o güne kadar 80 kadar yabancının Müslüman olmasında yardımcı olmuştum. Buna rağmen, kural dışı olarak klasik Doğulu Müslüman bir ülkede kalmamam gereği, Bağdadi’nin tartışılmaz vasiyetlerinden biriydi. Ancak, ben rüyamda gördüğüm Resulullah’ın sözlerini benimsemiştim ve bu nedenle 23 yıldır bu ülkede kalmaktayım.”