HIZIR TEZKİRESİ, AL-İ İMRAN SURESİ’NİN 114. AYETİNİ AÇIKLIYOR

Eğer Bağdadi ve Zig-Zag Öğretisi olmasaydı, Al-i İmran Suresi’nde bildirilen “Batı-114 Cemaati” ortaya çıkmaz ve günümüz dünyası, ileri fizik, kozmoloji ve kozmogoni bilimlerinden mahrum kalırdı. Bakınız, Bağdadi, Hızır Tezkiresi’nde, Hazreti Hızır ile yaptığı bir görüşmede “114. ayetin sırrını” nasıl açıklıyor:

“Alim olmanın, Cennet’i hak etmekten daha zor olduğunu bana öğreten mürşidim Hızır ile çıktığımız “alemlerin seyranı” esnasında gördüğüm “aciplerin” ne manaya geldiğini sordum. Mübarek dedi ki: “Siz arifler, hem manacı geçinir, hem de manasını bilmezsiniz. Bana değil, alimlere sor”. Dedim ki: “Hani alim var mı?” Hızır: “Var” dedi. Ben: “Neredeler?” dedim. Hızır: “Onlar, Al-i İmran Suresi’nin 114. ayetindedirler. “Ehl-i Kehf” gibi zamanlarını beklemekteler” dedi. Ezberimde olan ayeti okudumsa da, bir mana veremedim. Hızır dedi ki: “Sen “Zemzem”in kaynadığı yeri (Al-i İmran-104) okudun; maksadım on ayet sonra!”. Her ikisini de okuyup bir mana veremeyince, Hızır mutadı vechiyle celallendi: “Çok soru sorulması bana göre değildir. Arifsen anla. Zemzem ve 104 Doğu’da, Zeğ-Zağ ve 114 Batı’dadır. Eğer Doğu’nun ve Batı’nın Rabb’inden, Zülkarneyn gibi, ilmini arttırmasını dilersen, ilim için Doğu’da “Sin”e (Çin’e), Batı’da Antiliyye’ye (Amerika’ya) ilmi aramak üzere gitmek zorunda kalırsın. Eğer, “Rabb’im, ilmini arttırdıklarının sayısını arttır” diye salat edersen , o zaman, iki Doğu ve iki Batı’nın Rabbi, mümin alimleri çoğaltır; onlar kalkıp ayağına gelirler. Onlar, senden, din-i İslam’ı, sen de onlardan, bana merak edip sorduklarının cevabı olan ilmi öğrenmiş olursun.”

Burada, daha önce belirttiğimiz gibi, James Joyce’un kitabındaki, “By The Stream of Zemzem Under Zig-Zag Hill” (Zig-Zag Tepesi’nin Altından Akan Zemzem Suyu İle) sözünü tekrar anımsayalım. Hızır Tezkiresi’ne kaldığımız yerden devam ediyoruz:

“İnsanlık, “Ehl-i Kehf”in mağarada zaman aşırttığı yıl (300 Güneş yılı) kadar sonra, kevni ilimlerin tamamını öğrenecektir. Daha sonra, ilim kalkacaktır. Kıyamet ise, cahillerin üzerinde kopar. Her yıl için, bir alim, “Rakim” ehlinin mağarasında kuluçkada gibidir. Bir alim, insanlığa; 300 alim Kainat’a yeter. O 300 alimden başka, “dokuzu”, “309” (Kehf mağarasında geçen 309 Ay yılı) olup, “310”uncusu, “Mehdi Resul”e yetişir. “311”incisi, “Resulullah İsa”ya yetişir. İsa, “Deccal”e yetişir. Deccal ise, bir adım önünde olan “312”inci “bana” yetişir. Ben, o zaman, “El-Alim” Hakk’a ve tüm alimlerin hem başı, hem de sonu olan “Resulullah Muhammed”e erişirim. Böylece, “313 mürselin” tamamlanır.”

“Onlar ilme azmedip, ilmi Allah’tan istemeyi akıl edecek kadar alimliğe layık akılda olanlardı. Resulullah Musa ilmi benden istemekle yanıldı, ilimsiz kaldı ve onu azarladım. Çünkü, ben ilmimi “Allah katından” istedim, aldım. O da, Rabb’inden isteyip almalıydı.”

“Resulullah İsa, insan olarak ilimsizdi, başaramadı. Kitabı, Resulullah Musa’nınki gibi muharref oldu. Aynı zamanda, “Ruh-ül Kudüs” vasfı onun alim olmasını gerektirdiğinden, göğe alındı, ilim verildi. İkinci gelişinde, ilmi ile amel edilecek. O, bu haliyle “yarı alim” sayıldı.”

“Resulullah Muhammed, Mir’aç’a ümmi gidip, Rabb’in katından alimlik istedi, aldı. Bu nedenle, Resulullah Muhammed’in ümmetinden bir alim, bir Yahudi peygamber ile “eşdeğer” sayılmıştır. Hazreti Muhammed’in ümmetinden ilim ehli olanlar, alimler, Resul’e uyarak, İslam’ın tüm kaidelerini yaşayarak takva elbisesini çıkarmamak üzere giydiklerinden, onlar, din-i mübini yaşatacak olan önderlerdir. Bu önderler, adalet-i ilahiyi tesis etmek üzere sorumluluk yüklenmişlerdir. Alimlik payesini kazanmak kolay değildir. O payeyi kazananlar, Yahudiler’in “peygamberlik mertebesine” erişmiş sayılırlar. O zaman, onların yüklendikleri sorumlulukları da yüklenmeleri gerekir. Asr-ı Saadet’ten günümüze kadar gelen Muhammed ümmeti, bu din-i mübini, alimler sayesinde öğrenmişlerdir. Onun için, İslam alimlerinin yüklendiği sorumluluk çok ağırdır. Bu yükü hakkıyla yerine getirebilmek için, onların, Peygamberimiz gibi, İslam’ın bütün prensiplerini yaşamaları ve mücadele etmeleri şarttır. Bundan dolayı, Peygamberimiz, “Alimler peygamberlerin varisleridir. Benim ümmetimin alimleri, İsrailoğulları’nın peygamberleri mertebesindedir” buyurmuştur. Önderimiz, Allah Resulu olduğuna göre, kötülüklerin kalkması, güzelliğin her şeye hakim olması için ahad etmemiz şarttır.”   

Kur’an’ın bir bilim kitabı olduğu, Ra’d Suresi’nin 37. ayetinde açıkça bildirilmiştir:

“Ve işte biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra nefsinin arzularına uyarsan, artık sen Allah’tan ne bir veli, ne de bir koruyucu bekleme.”

Kur’an’ı en iyi alimlerin anlayacağı da, Ankebut Suresi’nin 43. ayetinde belirtilmiştir

“Biz misalleri tüm insanlar için veriyoruz. Buna rağmen, onda olana ancak alimler akıl erdirirler.”

Alimlerin Kur’an’ı okuması, Kur’an’ın içerdiği “misallerin” okunması, anlaşılması anlamındadır. Çünkü, Kur’an’ın en güçlü ve gizli okunuş biçimi, bu misallerin yorumlanmasıdır.

Ankebut Suresi’nin 47. ayetinde ise, Al-i İmran Suresi’nin 114. ayetinde bildirilen, “sonradan Müslüman olanlar” bir daha zikrediliyor:

“Kur’an’ı, önceki kitapları indirdiğimiz gibi indirdik. Kendilerine kitap verdiğimiz kimselerin inandığı gibi, “ötekilerden” de inananlar var. Ayetlerimizi, yalnızca ateistler inkar ederler.”

Bu ayetteki “ötekiler” sözünden, sonradan Müslüman olanların kastedildiğini anlıyoruz. Bu kapsamda, en başta, tabii ki “Batı-114 Cemaati”, yani Batılı Müslüman bilim adamlarının oluşturduğu “Zig-Zag Grubu” bulunmaktadır.