031 - 9 Aralık 2001 Pazar

Slm&Slm


"Tasavvuf-Bilim - Kalp-Beyin" Yukarı

"Ben Allah hiçbir yere sığmam ama bir mü'minin kalbine hemen sığarım". Ya da "Allah size Şahdamarınızdan daha YAKINdır” ayeti gereği anlamamız gereken kalb bu... Eğer ilmin kapsamında tasavvuf varsa doğrudur. Ama bence tasavvuf bir İLAHİ SANATTIR. Sanat başka bilim başka... Bilimin tek doğrusu vardır (E=mc2 gibi, ikincisi yoktur) ama tasavvufun çok doğruları(!) vardır.

a) Tasavvuf
b) Diyalektik Materyalizm
c) vs. vs.

Sanatta duygular ve bilimde akıl egemendir ama... KAYNAĞI T E K'dir, KALB. Kalb dört bölgedir: İkisi işitir, ikisi sindirir. Kulakçıklardan biri SANATA diğeri BİLİME yöneliktir. Karıncıklardan biri evlendiğimiz kişiye, beşeri aşka, sevdiğimize, diğeri sadece çocuklarımıza (Rahman baba, Rahim anne) olarak aittir. Bu kalbin aynadaki bir karşılığı vardır:

Sağ ve sol yer değiştirir. Bildiğimiz kalb mesela bir kilodur, ama kalbe düşen korku mesela eksi iki kg.dır. Yani kalbin dört adı vardır:

1. Maddi kalb=Cesede ait olan ana motor
2. Yürek=Bu motoru bir amaca yönlendirmek "YÜREKLİLİK”
3. Gönül=Bu amaca adanmak "GÖNÜLLÜLÜK”
4. HABLİLVERİD=Allah'ın yer aldığı kalb mekanı:

Kalbin dört bölgesine dört ayrı unsurumuz yapışmıştır:

1. Cesed (Aortizma bölümüne girer. Bedenimizi temsil eder)
2. Nefs (Özgün kimliğimiz, TAAA kendimiz
3. Ruhumuz (Bilincimiz, zihinsel boyutumuz)
4. Bizzatihi ALLAH'ın Ü F L E D İ Ğ İ kendi zatıalleri... Cemali...

Yani bu sonuncusu derin bir konu... Kalbin literatürü bu... Onu siz de hissedersiniz. Bir yetim görsen, önce neren sızlar... K A L B İ N. Ama yoğun düşünürsen neren etkilenir? B E Y N İ N. Seversen kalbin, düşünürsen beynin. Cinsel yoğuşursan tam tersine beyninden kan çekildiğinden bu merkez belden aşağıya kaçar.

Bu üç merkez dışında dördüncüsü de var ama, onu koma ve şok hallerinde olanlar eğer dönerlerse bilip anlatırlar... Bir merkez daha var ki bu saydığımız herşeyin dışında... O bir GÜMÜŞ KORDON. O ruhsal bedenimizin (Suptil dublemizin, bedenin aynadaki sıfırdan kilo olarak küçük olan görüntüsü) göbeğinden başlıyor ve 50 bin yılın bir gün olduğu bir mesafede direkt ALLAH'ımıza bağlanıyor. İsterseniz siz bunun bir kuklacının ipi gibi düşünün. Hatalı bir teşbih ama bu benzeştirme doğru sayılır. O kanaldan bize "Sayılı nefesimiz, rızkımız, iyi ilhamlar gelrdikten başka, O KANALDAN Allah'a MİRAC ediyoruz...

Bir Gümüşi renkli ve hiç kopmayan bir kordon=Worm Hole, Allah ile irtibatlı... Bunun için diyorum ki bu ayrıntılar ve işleyiş mekanizması anlatmakla bitmez...

Kalbe giren bir maddi (Aort=Şahdamarının başlangıcı), kalbe bağlı bir geçici (9 ay on gün boyunca göbek kordonu) kalbe bağlı bir sürekli (Gümüş kordon) ve dördüncü olarak kalbe bağlı HABLİLVERİD (Allah'ın İPİ gibi bir APAYRI tünel var).


“Rüyalar - Uyanık Uyku (Astral Vizyon)” Yukarı

O kordonu herkes görüyor ve gördü ve görecek... Rüyamda şunu gördüm: Serin yemyeşil çayırlarda bir sıcak yaz günü beraberdik. Bana "slm ve slm" dedin. Ben de aynısını sana söyledim. Sonra şahane lezzetli kırmızı bir karpuzu kesip yedik. Karnımız doydu. Ortalık mis gibi çiçek kokuyordu. Bu rüyada ben:

1. GÖZÜM KAPALIYKEN tüm renkleri GÖRDÜM,
2. Seni DUYDUM ve
3. Seninle KONUŞTUM,
4. KOKUYU aldım,
5. TADI aldım,
6. SERİNLİĞİ (Lemis-dokunma) HİSSETTİM,
7. MUTLU olduğumu HİSSETTİM.

Sorular:

1. Rüyanın mekanı neresiydi? Kaç km kare ya da metre kareydi?
2. SAATLERCE konuştuk... Hangi saate göre konuştuk?
3. Ben Türkiye'de uyuyor İKEN, Amerika'daki AMCAMIN öldüğünü gördüm. Benim kordonum kaç km. idi?
4. Rüyadır işte dedim, güldüm geçtim... Ama amcamın ölüm haberi geldi.... Rüya doğruymuş, "Ben bu anı rüyamda gördüm", ya da "Daha önce sanki bu anı yaşadım, buraya ilk kez gelmeme rağmen sanki daha önce geldim. Bu De ja Vu’yu anımsıyorum".

Bu son iki cümleyi söyleyebilen her kişi, GÜMÜŞ KORDONUNU görmüştür. Bu rüya rastgele de oluşabilir... Bir de MANTIKLISINI bulup yakalamak var. O rüyayı yakalayan kişi uyanır, ayağa kalkar ya da yatakta oturur, "Ama gözünü açmaz", o kartal bakışıdır.

Sanki üstüste üç gözkapağı varmış gibi, YÜKSELDİKÇE bir üst gözkapağını açar ve FLU değil, dürbün gibi daha net görür. Yükseldikçe KARTAL daha NET görür diyorum... O yükselişin adı astral vizyondur. Sanki bir balonsunuz ve yere sizi bağlayan Gümüşi bir kordon var. Kordonun ağırlığı yok... Engel olması, dolaşması da yok. Düğümlenmiyor ve (Ölmeyince) hiç kopmuyor. Kordonu yerine kaçan elektrik süpürgesi gibi kendiliğinden uzuyor ya da dönüşte kısalıyor... MANTIĞI yakalamak gerekir.

O yakalanınca DÜŞ'ünüzü kendiniz YÖNETİRSİNİZ. Uykuda değilsiniz ki... Yatakta oturuyorsunuz... Sadece gözünüz kapalı... UYANIK uyku sürecindesiniz... "Uykuda ALLAH bizim canımızı almıyor mu?". Ayet öyle diyor... Madem canımız alındı (geçici olarak), bir ölmeden ölmeyi deneyelim. Bir bedensiz astronomi yapalım, elektrik süpürgesinin kordonunu kullanalım bakalım... Ama MANTIKLA (Logic Mantık-düz mantık yasak). Dünya feleğine kadar ayrı bir mantık çalışır: (Piri Reis'in resimlediği TAYYAR SEMA. Anlamı UÇUCULARIN-Uçakların seması).

Bu sema illa ki "PİRAMİTLERİN" üzerinden olur. Mekke ve Kudüs'ü ayrı ayrı görürsünüz. Ama üçü bir tek nokta olacak kadar yükseldiğinizde MELEİ ALA'ya gelirsiniz. Devam edersin ve Güneş’iniz DİĞER TÜM GÜNEŞ=YILDIZLARLA aynı büyüklükte olup aralarında kaybolduğunda, siz artık SEMAYI ULA'ya gelirsiniz.

38/69: "Onlar tartışırlarken Melei Ala'daki bu olanlar hakkında bir bilgim yoktu".

Gümüş kordonun kopacağı son durağın adı İlliyyin. Bu yukarıların yukarısı. Bir de esfeli safilin=Aşağıların aşağısı=SİCCİN var. Evrende bu mesafe bir gün=50 bin yıldır. Melekler ve Ruh Siccin'den İlliyyin'e bir günde çıkarlar. Bu gümüş kordonun boyudur. O iğne deliğinden geçmedikçe HÜRDÜR ama iğne deliğinden DEVE olup geçemeyince Siccin'de sicili bozulmuştur. Birgün öldüğümüzde... Ya İlliyyin'e Mirac edeceğiz, ya da Siccin'e. Bir karadelik tekilliğinde çok acılı ve aşağılık bir yolculuk bu.

Biz Siccin de değiliz. Burası "Aşağı=Süfli=Aşağı alem". Bunun da altı olan Esfeli safilin var. Siccin ve mekanın kiracısı Şeytan orada, Cehennemliklerin tutanakları (Sicil hesap defterleri) oradadır.

"Delikten girince ne olacak?" sorusunun yanıtı çok uzun ama sana çok kısa ipuçları:

1. Madde sıfırdan ağırdır (+ yetmiş kg gibi) Madde KARADELİK tekilliğine iğne deliğinden geçer gibi, bir gümüş iplik gibi tek boyutlu olarak çekilir. Buna karşın madde, AKDELİK'ten etkilenmez, daha doğrusu yutulmaz da kusulur...
2. Sanal madde (Takyon bedenimiz) SIFIRDAN küçüktür. (Eksi 70 kg gibi. Yani +70 kg'dan 140 kg küçüktür. Bu nedenle yere değil GÖĞE düşer... Karadelikten etkilenmez... Onu yutan AKDELİK'tir. Akdelikten etkilenir daha doğrusu ütülür. Ama karadelik ona İTME ve İTKİ etkisi yapar. Akdelik ve karadelik birer İĞNE DELİĞİ'dir.

İlliyyin'dir siccin'dir. Ak ipliktir kara ipliktir... Ama illa ki bu iki İĞNE deliğinden bir biçimde GEÇECEĞİZ. Bu çok kısa bir yanıt oldu ama, çok şeyi de anlatabilir.

Astral vizyonda maalesef önemli bir konu var. Kendinizi şunlara hazırlamalısınız (Digitalize mantık). At Ot yer / it et yer. İkinci semada ikinci paralel evrende ise bunun tersidir, at et yer / it ise ot yer. At etçil ve it otçul olmuştur. Sonra bir üst semaya geçince yeni bir evren tiplemesi çıkar: At it yer ve ot et yer. Negatif süper uzayda bunun tersi olur ve it at yer et de ot yer, vs. vs...

Astral vizyonda bu garip şeyler vardır. Diyelim ki bir talismanın postoforusunuz (Tılsım bekçisi ile yüzleşeceksiniz. Mesela Ayetelkürsi hatimiyle... Süfli Alemdeki adı Kendyas'tır... Melek değildir ama yeryüzünün müekkel meleği gibi vekalet eder. Ona "YUKARI ALEM YASAKTIR". Şıhablar onun için de geçerlidir... Ta ki Melei Ala'ya kadar... Siz at ot yer it et yer diye yükseldiğinizde... Melei Ala'ya kadar sizi "Pastoforlar" (Logo varlıkları) rahatsız eder.

Yani bir asansöre bindiniz ve tesbihiniz onun motoru...Ama belli bir miktar çekipte ve durduktan sonra asansör bir yerde duruverir. Orası meçhul bir kattır. O kat size HEMZEMİN olduğundan... Dünyada yatağınızda ya da odanızda garip bir şeyler olur. O güne kadar hiç görmediğiniz bir şeyler... Şu tesbihi şu kadar çekersen...

Birinci gün (Örneğin arı vızıltısı duyulur, evde arılar olduğunu sanırsınız). İkinci gün kaldığınız yerden asansörü hareket ettirdiğinizde yine belli bir sürede belli bir tesbih katedersiniz ve asansör yeniden bir meçhul katta durur. Evet o zaman da o katın Süflileri ya da kat görevlileri, örneğin evinizdeki gardropta sanki "Anıran bir merkep varmış gibi inanılmaz bir gürültü çıkarır. Bu gökgürültüsü rahatsızlığı sizden başka duyan da yoktur (Rüyanızda beni gördünüz: konuştuk. O konuşmayı sizden başka da duyan yoktur. Aynı şey) .

Ve yeniden asansör hareket ettirilir biraz daha yukarı. Orada durulunca o katın (Burası Melei Ala'nın az berisidir) üç GÖLGE varlık... Bunun da biraz devamı vardır sanki... Sivri külah gölgesi gibi silueti olan ve sadece “Ghost” filmindeki gibi "Gölge üç varlık" karşılar ve rahatsız eder. Korkmanızı ve tesbihin adedini bırakmanızı sizi orada o an hemen MECNUN etmeyi, delirtmeyi isterler. Dokunamazsınız, gölgedirler. Size gölge ederler ama... Işığı, en ihtiyacınız olan şeyi göremezsiniz... Paniklersiniz ve ŞAŞIRIRSINIZ amaçları da "Yanlış Matematiği" kurdurmaktı zaten...

Ghost (Swayze & Moore) hatırladınız mı? Hayalet. Oradaki üç karagölge (Cehennem'e götürenler). İşte o üç gölgenin bir adı vardır. Nasıl ki Kerrubi=Sphynx melekleri ise (Kerrubi tekerlek takımı demektir sfenks.. Kerrubilerin tekerlek içinde tekerlekler olduğunu daha önce yazıp çizmiş ve linklerden de desteklemiştik) üç gölge de Styx'ler yani Siccin kapıcılarıdır. Bunlar eski tüm mitoslarda vardır. Sphynx'in bir tekerlek-palet sistemi olmasına karşın Styx bir esir nehrinin tek kayığı/teknesidir (Sfenks=Kerrubi, Styx=Safine). Bu katmanda bir de Melei Ala'nın sonuncu kötüsü olan ve ters üç vav harfiyle gösterilen Vaşak (Lynx) bulunmaktadır.

Belki de bu mythicleri duyanınız vardır. Tamamen gizli öğretilere uygundur. Sphynx=Sfenks=Kerrubi (İbranice)=Mu+Karribun (Arapça)=Kıtmir vb. Hepsi birer eşdeğerlikten ibaret.


"Anneler" Yukarı

Benim iyi olmayan bir günümdü bu... 1972 yılında yarın Müfide Atalay'ı kaybetmiştim. Yaklaşık 1 saat 37 dakika sonra. O herşeyimdi... Bir daha da iflah olamadım. Ne yapıyorsam ona sevap olsun diye yapıyorum. Kendime bir tek kırıntı istiyorsam Allah üzerine yemin ederim. Bu en büyük yemindir.

Benim dualarda bir tek şey burun kemiğimi sızlatır, "Tüm müminlere, ana-babama ve bana...". Bu cümleler içinde sadece EBEVEYN'in Ana olan bölümüyle içim burulur.

Biraz annelerden söz edebilir miyim? Biliyor musunuz, erkekte/babada, Allah'ın adı ile anılan hiçbir organ yoktur ama Allah kendi adını ANNE'ye vermiştir. Allah RAHİM'dir, anne de RAHİM'dir. Sonsuz şefkat, merhamet, esirgemecilik, fedakarlık, özveri, feragat ve inanılmaz bir himaye-hamiyet doludur bu RAHİM. BismillahirrahmanirRAHİM. Allah adını ANNELERE verdi... Annelere diyorum çünkü, doğum işini yapan o organ. Allah'ın adı ne kadar güzel bir yerde hiç düşündünüz mü? Allah'ın en güzel adlarından biri annelerin bağrında.... orası bir ANTİ-MEZAR yani hayat saksısı. Allah RAHİM=Anne adının talimiyle O R A D A. O dev bağışlayıcı isim ise bir annenin karnında bir yerde .

Lütfen ve lütfen "Cennet RAHİMİN ayağının altındadır” sözüne inanın. Rahim=ANNE. Lütfen Anneye “Üff” demeyin. Allah bizi ruhundan ÜF'leyerek yarattı. ÜF diyerek ana rahminden yarattı. Meryem'in rahmine üfletti (Tarık suresinde kadının göğüs bölümü ile Rahimi arasındaki bölgeyi geçen sohbette tartışmıştık).

Allah ANNE=RAHİM kelimesini o kadar sever ki... Peygamber eşlerine ANNE'miz demeyi emretmiştir. İşte ben böyle birini yitirdim bugün... Allah anne-babalarınızı size bağışlasın, sizi de anne-babalarınıza ve hayır dualarınıza bağışlasın (Hızır'ın öldürdüğü çocuğun anne ve babasının hayır duası vardı).

Allah İbrahim'i dost edinirken RAHMAN=BABA dostu Halilurrahman olarak niteledi. Ama biliyor musunuz, O Allah'ın tek dostunun adı içinde ANNE var; İb+RAHİM. Bir Hanif Annesinin değerini en iyi bilendir. Her kadri bilinen anne bir Meryem’dir ve oğlu da İsa kadar Azizdir...

Ben annemin öldüğüne, Rabb’ine kavuştuğuna değil, ayrıldığımıza ve özlediğime üzülüyorum... Ölenin arkasından YAS tutulmaz ama bir şiir, bir şarkı ya da içli bir lyric yapılmadan da olmuyor işte...

Pekiyi babalar? Onlar ikinci sınıftır... Bu da ADALETTİR. 9 küsur ay hamallık mı yaptım? Günbegün istifra mı ettim, aşa mı erdim? Hormon dengem altüst mü oldu? O karnımda diye, adım atışıma, beslenmeme ve her itinaya dakik uydum mu? Kadınlar mı erkekler mi üstün? Saçma bu... Kadın inanılmaz bir şey yapıyor: DOĞURUYOR... Nereden bileceğiz babalar bunu... Soy-sop bu RAHİM'DEN devam ediyor. Allah RUH'u oraya üflüyor... Oradan bir YAŞAM doğuyor.

Baba ne yapıyor? Elinden geleni yapıyor ama, asla ve asla doğum acısını ve benzeri (Hamilelik ve bekaret korkusu) duyguları tanımıyor... Erkek kadının dünyası yanında KARACAHİL'dir... Erkeğin olamayacağı tek şey var ANNE=RAHİM.


"Ruhun Üflenmesi" Yukarı

Ruh üflenmesi için verilern tarih KİRLİAN fotoğrafçılığındaki hamilelik testlerinde 13 x7 = 91 gün diye bir peryod izliyor. Şöyle de anlayabiliyoruz: Dölütün başparmağına BESLENME duygusuyla yönelmesi bir bilinç eylemidir. Bu da 100. günlere varmadan oluyor. Bu da bir kanıt.

Beyinde hiç bir kıvrımı (yani anımsaması vb.) olmayan bebek adayı acısız ölüyor-Allah korusun. Bu canlanma aniden oluyor: Parmağını ve pozisyonunu değiştirebiliyor o andan itibaren.

Ruh Cifir biliminde "Spesifik doğum tarihi” denen bir dönemde üflenir (Gizil anlamında gizli ve özel anlamında değil). Bu döllenme tarihten üç ay sonrasıdır. Diyelim ki bugün doğan biri (Bugün yılbaşı olsun), Nisan 1 itibariyle Gizil burca sahiptir. Bu üç aylık evreye Tunus evresi denir. Tunus evresinde CANSIZ bir et parçasından ibaretiz. Sanki Rahim'de bir tümörcük oluşmuş gibi... 1 Nisan ile 1 Temmuz arasına da Yunus evresi diyoruz, artık bebek adayı embrio'yu "Oksijen dolaşımı" beslemiyor... Amniyöz akvaryumunda/Plesenta sıvısında inanılmaz bir şeyi başarıyor. Kendi başına buyruk olarak ve balinanın karnındaki Yunus Aleyhisselam gibi ya da yunus balığı gibi, bir ATLANTİSLİ gibi solungaçlı olarak erimiş oksijeni soluyor ama AKCİĞERLERİ YOK (var da boğulmuş insanınki gibi su dolu ve işlevsiz. Üstelik atmayan bir kalp gibi İPTAL durumunda).

Gördünüz mü şu RAHİM neler başarıyor? Bizi BALIK yapıyor önce... Spesifik tarih aynı zamanda geriye gidersen anne ve babanın cinsel buluşma tarihidir. Yani doğum gününden geriye 9 ay kadar gitmekle ileriye üç ay gitmek aynı şey gibidir. Bu ilkah başlangıcıdır. Buna tunus evresi üç ay (100 gün) ve Yunus Evresi 100 günü koyalım. 1 Ocak doğumlu çocuk üç ay sonra/ve veya dokuz ay önce İLK gününü idrak etmiştir. 1 Nisan ila 10 Temmuz arasında TUNUS'tur. 10 Temmuz ile 23 Ekim arasında YUNUS'tur.

Artık kendibaşınadır, annesinden bağımsız solumaktadır (Ruhu var artık). Hem de BALIK gibi soluyor, akciğerleri dumur olduğu için solungaç-trake vb. gibi soluyor, bu düşünürseniz İNANILMAZ bir şey. Allah'ın bir mucizesidir adeta! 6 aylık doğup da kuvözde yaşayan parmak çocukları unutmayalım. Bu arada Yunus as.ın öyküsünü de daha önce anlatmıştım. O iki solunum biçimini birden yapabiliyordu.


"Hamır - Alkollü İçkiler" Yukarı

Nikotin'den nikotinamid bile yapılıyor ki kalbin en önemli ilaçlarından biridir. Trinitrin gibi kalp yetmezliğine karşı önemli bir ilk müdahaledir. Nikotin, kafein, tein, etil alkol bunların (ve Allah korusun ötesindeki ilaçların) mutlaka bir zihin açıklığı etkisi vardır. Ama ayetteki "Yararları olmakla birlikte zararına kayarsak" pislik (Toksik) haline geliyor.

Ayette "Şeytan pisliğidir" diyor ya, bunun anlamı şu: Alkolik olanın ya da uyuşturucu bağımlısının beyin hücrelerinin katliamı sürerse, yani yenilenmeden yerine yeni kotsinler gelirse, denge bozulur. Ölen beyin hücrelerinin kıyımında şeytani halüsinasyonlar görmeye başlarız. Bunlar çok korkutucu ve karabasanlarla dolu ve hatta grotesk tiplerdir. Önemli olan önron aksiyon dendrid vb. değil. Beyin hücrelerinin katliamı... (Tiryakilik budur zaten).

Karaciğerden örnek verirsek, karaciğer kendini uyku süreci içinde ve bir günde YENİLİYOR... Ama biz sürekli içiyorsak buna zaman bulamaz (sonu ta siroza giden bir ölümcül serüven başlar). Yani delik büyük-yama küçük olunca kapatamıyor karaciğer ya da beyin hücreleri... Karaciğer "Şeytani" hayalleri göstermez ama, beyindeki "Yenilenmeme" işte o tam bir felaket .

Gerçekten ayet "Şeytan pisliği" diyerek bu karabasan hayallerini vurgulamıştır ama bir yandan da "FAYDASI VARDIR" demiştir. "HARAM" dememiştir (İsmi=Haram değil, uzak durun, kaçının demek. Hurrama=Haram kelimesini buraya yükleyen Emevi’dir).

Domuz eti kesin kes haramdır öyle yazmıştır. Fakat içki için "Haram" demediği gibi üstüne üstlük SAKİR=SARHOŞ halde iken namaza durmayın diyor ayet... İÇKİLİYKEN DURULABİLİR demektir bu... Ama Sarhoşken "Kaçının" demektedir... Eğer Hanif isek, KUR'AN ne yazıyorsa ONU Sıdk-Sadakatle en yüce doğrulukla söylemek zorundayız bunda alınacak gücenecek hiç bir şey yok... Ben bile içiyorum ve hatta bazen bir kurtarıcı oluyor... Yoğun bir günün yoğun bir gecesinden çıkınca bir duble içkiyle rahatlıyorum.

İsm şudur: "TERAZİ kurulur. İki kefe vardır. Biri Müfid (Faideli, yararlı) diğeri ise Muziyan, ya da Mudarar (Kelime kökleri Ziyan ve Zarar ile aynı). Bu denge korunursa HİÇ BİR vabali yoktur. İstersen 100 promili götür... Ama SAKİR olursan (yani terazinin ibresi zarara kayarsa) bu İSM (ithm diye yazdığın) dolayısıyla bu harama değil CUNAH (günah)a girer. Oysa Domuz etinin bir inm'isi yoktur, baştan-kafadan/girişten HARAM'dır. Onun faydası-zararı-dengesi sakirliği vb. yoktur. Hamır=Beyni örtenler (Eroin-Morfinden başlayarak İçkiye kadar olan silsilenin) bir terazisi var. Yararlı tarafları var. Ama zararı faydasını aştı mı "ism" dengeye geri dön...

Sakir'sin (Günlük defter zararla kapadı dükkanı). Bunları yaparken namaz kılabilirdin. Ne var ki, SAKİR=Zom olmuşsun, ayakların birbirine dolanıyor, ağzın ayet okuyamayacak kadar anlaşılmaz konuşuyor, bilinçaltı pisliklerinin esiri olmuşsun. Bir de utanmadan gelip Allah'ın evine ya da seccademe mi istifra edecek bu densiz. En iyisi "ism=Uzak dursun". Öte yandan domuz eti yiyen NAMAZ kılabilir. Çünkü ölçü "SAKİR" yani dut gibi sarhoş olmaktan geçiyor. Domuz yiyen HARAM olduğunu kabul etmiştir ve yiyordur.

Cunah=Günah'ı kabul etmekle insan dinden çıkmaz. Fakat HARAM edilmiş bir ayeti "Bu haram edilmemiştir, domuz eti haram değildir" derse CEHENNEM yolcusudur, tevbe etmedikçe dönüşü de yoktur.


"Hınzır - Domuz" Yukarı

Hınzır şudur: DOMUZ başta olmak üzere AKLEN yiyemeyeceğini bildiğin her et. Ben Ayşekadın fasulye yerim ama Karafatma denen böceği yiyemem. Bu durumda "Bünyemin öğürdüğü" herşey de Hınzır'dır... Ama Namibia'da Hoisan'lıların en sevdiği yiyecek de Karafatma. Çin'de de köpek ve çiğ-ölmemiş maymun yemek. Mesela bir Hınzır daha söyleyeyim: İnsan eti... (çünkü Allah bir kısım insanları Domuz'a çevirmiştir" ayetinin 7 anlamından ilki budur). Tüm bu sayılabilecek etler TEK tercih değilse HARAMDIR. Ama ondan başka yiyecek bir şey yoksa ve ÖNCE canı korumak FARZ olduğundan, insan eti dahil her şey yenebilir (ölü de olabilir, leş de olabilir, çölde susuzluğunuzu gideriyorsa kan da olabilir vb.).


"Ether - Esir" Yukarı

ETHER Eski Mısır'dan Eski Yunan'a geçmiştir. Beşinci madde hali de denir. Kur'an'da bir çok çeşidi vardır Esir'in. Sıfatlar da Esir'e işarettir: "Mücerret, tecrit vb. gibi". Diğer adı Zerre kadar (Quant) ve bundan KÜÇÜK (Takyon) .... ile başlayan ayetler de ESİR'dir. Allah'ın Arş'ı SU ÜSTÜNDEYDİ diye çevirdiğimiz ayetteki May da ESİRDİR (Ma, Mai ile akraba). Yani Kur'an'da esir önce KÜLLİ ŞEY*in olarak bildirilen sonsuzda-bir küçüklükte yani sıfıra en yakın ordinatlardır. Sonsuz küçük sayılan nokta bile bir "Şey’in’in yanında evren kadar kocaman kalır.

Esir gibi İksir de Arapça ve Latince değildir, Sankritçedir. Tıpkı Seri (Serial) Derece (Degree) gibi bunlar ne Arapçadır ne de batı dillerindendir. Örneğin ayetteki Seriul Hısab=Seri hesap görücü ile sankritçe Serial Xap aynı kelimedir. Yine de El İksir (elixir) diye geçtiğinden Latinlerin Araplardan "El" harfi tarifi nedeniyle aldıklarını anlıyoruz. Yada-Felsefe taşı ve Kimya Yumurtası vb. ise yarın gibi size ÇİZİM ile geliyor (Cifir babından).


"İman-İnanç - Kur’an Okumak" Yukarı

"Allah istemedikce siz yapamazsınız ifadesi kişiler için değil; kişinin kullandığı araç içindir (tabancan patlamaz gibi). Ya da Bakara 102. ayetteki gibi "Allah istemedikçe büyü tutmaz" gibi. Siz Musa gibi adam öldürürsünüz ama aynı zamanda öldürmemiş olursunuz bunlar gibi kısaca...

“Allah’ın izni olmadan bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir”. Usame, El Kaide, benzerleri gibi... Budistin bile imanı var, dinine inanıyor, bir rahip de... Allah onlara bile iman izni veriyor... Ama iman=İslam=Selam=Barış ile alakalı olunca HORGÖRÜ sahibine iman gitmez, namazı da reddedilir (Maun). Asla Usame Bin Ladin gibileri SEN gibi "İMAN"a getirmez ALLAH. Çünkü Allah El Hadii'dir yani "DOSDOĞRU YOLA" ileticidir. İman nedeni iki isimdir. Allah'ın Mümin ismiyle Hadii (Hidayet edici) ismi... Bu iki operatör isim (Nom, nominal) olmazsa matematiği olmaz imanın... İman ölçülebilir bir değerdir. İman lafını iman olarak algılamayalım. Yani onu unutalım ve tastamam şöyle diyelim. "Allah'a İ N A N M A K ".

Tevbesiz bir Ateist'i bu forumda bu grupta hatta Ebediyen Hz. İbrahim yanında konuk etsek yine de imana gelemezler (Eslemna=Teslim olmak iman etmek demek değildir). Ateist, "Gözümle gördüğüme inanırım" postulatından yola çıkınca, Hz. İbrahim bile onu ikna edemez... O kalp mühürlüdür. Ancak El Hadii ve El Mümin adları olan ALLAH onu DİLERSE inandırmaya yönlendirir.

İman/İnanç karşılıklı bir NİKAHTIR. Nikah iki tarafın rızasıyla olur. ÖZGÜR irade ile olur. İnanmak (Allah'ın varlığına ve bir tek olduğuna) için ÖNCE KUL niyet edecek... Allah da İZİN verecek ve karşılıklı İNANÇ NİKAHI kıyılmış olacak... İmanı İNANÇ şebekesi biçiminde düşünmeye zorlamalıyız kendimizi...

Yani İman, mümin, İhlas, Muhlis, Salih Amel, Takva elbisesi vb. Zahid gibi sözler Kur'an'da bulunmasına rağmen bunların tamamını kimse anlamadı diyebilirim. Hani ANNE=RAHİM'i nasıl anlattıysak, benzer biçimde bu ilahi kavram/mevhum ve mefhumları da İYİCE anlamak gerekir.

İb+Rahim gibi Anne+Rahim+i gibi bilmeliyiz bu gizemlerin açılımlarını, OKU emri bunlardan ibarettir. Yoksa size bir hafız gibi Kur'an da okur kasete, VCD'ye falan çektiririm Arapça ve teğanniyle okurum (bunu da çok iyi yaparım).

Allah Zalimlere, sonradan bozulanlar ve ısrar edenlere olan NİKAHINI BOŞAMA biçiminde yüzüne çarpar. Kur'an bir eğlence değildir derken, İslam ülkeleri arasındaki "Kurra, Hafız, güzel ses ve muğanni yarışması” demek değildir.

Kur'an, Han duvarları şiiri gibi, Maria şiiri gibi, Pertev Tunaseli'nin okuduğu gibi arada bir şarkı aralarında bir şiir vardır ya... İşte şarkı gibi değil o ŞİİR gibi okunur...

Orson Welles'i hatırlayanınız var mı? “I know what is to be young... But you don't know what it is to be old”. Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim (evlat dercesine), fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilemezsin..." öyle diyor ve o muhteşem ses tonuyla. O titrek anlamı yükleyerek. O melodi tüyleri diken diken edecek kadar güzel bir beste aynı zamanda... Üstelik Londra bilmem ne korosu eşliğinde... İşte Kur'an öyle okunmalı.

Soytarı Cat Stevens rezil ediyor güzelim Kur'an'ımızı OKUYAMIYOR... Arabi makama çevirmiş ve rezil etmiş... Bütün dünya bilir ki, örneğin Ezan... Dünyada en zevksiz, tatsız tuzsuz, modüle makamsız okuyan tek millet Araplardır. Zevksizliğin adını makamını "Arabi makam" diye bize yutturmuştur. Halbuki sabah ezanını ASLA Saba rüzgarı olan Sabai makamdan ŞAŞMAM. Mahmur mahmur camiye giden adımlarıma sorun onu. Çok severim onu... Sabah yürüyüşü, alaca karanlık... Allah'ın evi... İmama uymam, cemaatle kılmam (imam ücretliyse arkasında duran cemaatle birlikte saf tutulmaz, o namaz ölmüş bitmiştir). İki rekat farzı kılıp geriye gelirim.

Geri Dön     Yukarı