068 - 13 Mart 2002 Çarşamba

Selam ve selam candaşlar,


“Kamer Suresi - Cinler” Yukarı

1. Saat yaklaştı, Ay yarıldı.
2. Bir ayet-alâmet görseler yüz çeviriyorlar ve şöyle diyorlar: "Sürüp giden bir büyüdür bu!"
3. Yalanladılar; kendi heves ve kuruntularına uydular. Oysaki her iş ve oluş karara, ölçüye ve düzene bağlanmıştır.

Tam tercümesi şöyle: "Saat ilerler, Ay'a yerleşilir” (Yerleşilince orada yaşama alışılır, kanıksanır, benimsenir. Oysa Ay’a tabakadan tabakaya gidiş bir süreçti ve insanlığın ütopyasıydı. Alışılınca herşey sıradan görünüyor).

AY=Tüm gezegenlerin tüm uyduları (ayları). Sadece Dünya Ay'ı değil. O İLK basamak, tabakadan tabakaya geçişin İLKİ. Atlama taşı.

Cinlerden bir grup AY'a gitmeyi dilediler. O dönemde Ay MANYETOSFER içinde kalıyordu. Buna rağmen yoğun şıhab akışı vardı. Cinlerin Ay'a gitmeleri mekanizması, manyetik akıları (emin beldeyi) izleyerek ve AY bu rotanın TASTAMAM yoluna çıktığında, Cinlerin salihlerinden oluşan bir astronot grubu için yol açıldı. Dünya’da iddia şuydu: (Henüz insanlık yoktu) Ay da "Güneş" gibidir, ışık kaynağıdır deniyordu. O zamanlar yeryüzünün sakinleri (ve halifeleri) Cinler idi. Cinlerin salihleri hakem olarak Ay'a gitmeyi denediler. Allah'tan İZİN çıktı ve şıhablar bir süre için durduruldu. 5 adet cin reisi AY'a sağsalim ulaştılar.

Cinler için OKSİJEN şartı yoktur. Ayrıca ışık hızıyla gittiklerinden 275 bin km ötedeki Ay'a bir tek saniyede ulaştılar. Doğal olarak kendileri bir ARAÇ olduklardından, bir gemiye ihtiyaçları yok. Bir UFO biçimi alarak kendileri uzaya yolculuk yapabilmektedirler. Ancak nice sonra insan yeryüzü halifesi olunca, gökler yasaklandı. Göklere şıhab atıldı ve bir daha da "Dinleme mevkiilerinden öteye geçemediler. Artık Ay'a gitmek işi insana bırakılmıştı. Ve insanoğlu Aldrin-Armstrong ile Ay'a gitti. Bu gelecekteki bir kolonizasyonun İLK adımıydı.

Ay'a ilk olarak cinler gitti. Zaten Kamer Suresi de Cin suresi gibi cinlere daha yönelik bir sure. Cinler Ay'da bir işaret olarak bir tepe yaptılar ve insan yüzü biçimi verdiler. Aslında cin yüzü, aramızda fazla bir fark yok. Onlar enerji biz maddeyiz. Eğer onların hızıyla gitseydik -ki biz de cin olurduk- ya da onlar bizim hızımıza inselerdi -ki insan olurlardı- YÜZLERİMİZ genel hatlar olarak çok benzemektedir. İki göz, burun ve ağız yanaklar baş, çene, burun delikleri, kulaklar, vs. dolayısıyla TEMELDE bir biçimiz. Kendimizi proton farzedelim. Eğer bu protonu hızlandırırsanız, biçimini korur ama transformasyona uğrar. Yani elektron gibi bulutsu olur. Çünkü E=mc2 uyarınca madde (insan) ve enerji (cin) eşdeğerdir, birbirine dönüştürülebilir. Mesela bir insan hızlandırıldığında CİN olur (az ve seyrek bir madde kıvamında). Bir cin yavaşlatıldığında İNSAN GİBİ olur.

Bu sistemi (odanızı, kentinizi, dünyayı vb.) HIZLANDIRIN. Bitki, hayvan türleri, tüm insan popülasyonu ve eşyalarınız ve de SEVGİLERİNİZ (Allah'a, Resulüne, Eşinize, anne-babanıza, çocuklarınıza ve sılayı Rahime olan tüm sevgileriniz, tutkularınız da SİZİNLE BİRLİKTE AYNEN korunur. Çünkü asıl olan enerji ve madde (E ve m değil). C2=RUH'dur. Yani sevgileri tutkuları belirleyen enerji/madde beden (ceset) değil; doğrudan RUHUMUZ (bilincimiz)dur. İster onlar yavaşlasın (maddeye secde etsin), ister tersine biz hızlanalım (enerjiye dönüşelim), sonuçta duygularımızı zihinsel boyut yani BİLİNÇ oluşturmaktadır. Bazıları o kadar tutkuludur ki ve de tutkundur ki, insana aşık olabilirler, sanal evlilik yapabilirler (beyindeki seks merkezlerini irrite ederek). Bu da onların çok tutkulu olduğunun göstergeleridir ve gayrı resmi TIP konusudur. Tıp bunu ŞİMDİLİK kabul etmemekle iyi etmektedir. Çünkü bilimin gelenekselliğinin bozulmasına en başta ben karşıyım. Bilimin (tıbbın da keza) sceptic olması çok yerinde bir durum.

Cinlerin beyni yoktur. Bunun önemli bir sonucu vardır: Beyin amaç değil araçtır. Yani cinin BEYNİ olmadan BİLİNÇLİ olması gösteriyor ki, BEYİN SAHİBİ olmak şart değil... İnsandaki beyin sadece vücut ile bilincin bir ARAYÜZÜ'dür (bilgisayardaki FACE gibi). Bilinç, cesedi (bedeni) İŞGAL eder, böylece o bedene sahip oluruz. Şu andaki bedenlerinimizi İŞGAL etmiş bulunuyoruz. Çünkü üflenen ruh, üflendiği NESNENİN işgalcisidir. Zaten Cennet’teki bedenimiz bu değildi. Bu sadece maymunlar gibi "DÜNYA ŞARTLARINA" uyumdan ibarettir. Tüm hücrelerimiz, aslında BİRER tek hücreli mikro organizmadır. Arı kovanı gibi, karınca yuvası gibi SEMBİOZ olarak ortaklaşa bir araya gelmişlerdir. Hücrelerde de öyle mitokondriler hücreden bağımsız başka bir HAYVANCIK'tır. Sanki beden fonksiyonlarıyla birlikte RUHUN bir arayüzüdür. Hiç bu açıdan bakmayı denediniz mi? Vücut bizim değil (demir tozları) emanet.

Cinlerde BEYİN yoktur (yani beyin salatası olarak, sakatat olarak çıkarılan beyin bulunmaz). Beyin ARAÇTIR, ışıktan hızlı olan bilinci arayüz olan NEFSE (ışık hızındaki Kirlian bedenimize) ve oradan da CESEDE amortisörler gibi HAFİFLETEREK ulaştırır.

HIZLI olan cinler beyni kullanabilmeye daha avantajlıdırlar (vesvese veren şeytan, vesvasil Hannas’ı anımsayınız). Biz (madde) onlara (enerjiye) vesvese ve vehim veremiyoruz, ama onlar verebiliyor. Dolayısıyla BEYNE hakim olmaları daha kolay. Birçok Ruh hastalığının nedeni bu şeytani telkinlerdir (paranoya gibi). Akıl hastalıkları ALLAH'tan'dır ve kişi sorumlu değildir, çocuk kadar saf ve günahsızdır ama Psikolojik hastalıklarda CİN etkisi vardır (psikopati, psikoz vb.). Elbette buna bizim vücudumuz da katılır (örneğin pisko-nevrozun nevroz=siniri ilgilendiren bölümü gibi). Psikoz kendi başına vesveseden etkilenirken, psikonevrozda kendi katılımımız da vardır. Histeris (isteri ve tetari) ise cinlerin sinir sistemine etkilerinden meydana gelmektedir. Nörolojik tarafımız elektriksel (pion elektriği) olduğundan romatizma, lumbago, siyatik, gut vb. gibi acılı rahatsızlıkların ise klasik deyimiyle YEL (Cin=Enerji rüzgarı) sonucudur. Ama bunlar tedavi edilebilir.

Amino salisilat asitleri, Kirlian bedenimizi (nefsim, fotoğrafı çekilen ara yüzümüz) üzerinde kanı sulandırıcı etki nedeniyle bir rahatlık yaratmaktadır. Çünkü tüm rengarenk Kirlian noktaları, şampanya rengine doğru homojen bir karışım halinde görünmektedir. Kısacası Aspirin denen şu meret , tüm sinirsel ağrılara iyi gelmektedir, kanı (ve dolayısıyla Kirlian bedeni) regüle etmektedir. Aspirin anı kurtarır, iyileştirmez. Mesela kansere iyi geldiği söylenmektedir. Oysa Aspirin doğrudan PSİKOLOJİ bir regülatör olarak KİRLİAN bedenimize (nefsimize) DİREKT etki etmektedir. Aspirin sanıldığının tersine PSİKOLOJİK bir ilaçtır. Kanseri vb. TEHİR etmektedir. Kirlian bedenimiz (nefsimiz) kodein, kafein, karoten ve kakaoyu da Aspirin gibi yatıştırıcı ve regülatör ilaç kabul etmektedir. Oysa tein (çay) böyle değildir. Çay içildiğinde Kirlian beden (resmi çekilebilen nefs) yatışmamakta, tam tersine çiçekli ve cırtlak desenler oluşmaktadır. Tabii her etkinin bir tepkisi vardır. Mesela amino salisilat gruplarında mide sübap görevini oynamak istemektedir. Bu da gastrid hatta ülser sonuçlarına neden olur. Kafein ve peyote otunda METİL oranı aynıdır. Thein maddesi bu bakımdan metilenden değil etilenden sayılagelmektedir (Kirlian alan resimleri görüntülenebildiğinden bunları kolayca test edebilirsiniz. Etil alkol ile metil alkol farkı gibi, çay ve kahve başka başka tabiatları vardır). Kahvenin zihni açıcı etkisi vardır. (Alkole oranla çok azdır, alkolün MENAFİ=yararlı yanlarından biri de budur). Bunları biyolojik olarak değil; biyo-elektromagnetik olarak RESİMLEMEKTEYİZ. Dolayısıyla ilaçlar ve eczaların etkileri, aslında KİRLİAN ALANI regüle etmekten geçiyor.

Uyuşturucular METİLEN ALKOL gibi davranıyorlar (Öldürücüdür) ama içki ETİL ALKOL olarak regülatör olarak katılıyor. Her meyveden her sebzeden bu alkolü zaten alıyoruz. 7 kilo üzüm (ki helaldir) yerseniz ve mide asidi onu mayaladığında artık "Sarhoş olduğunuz” için namaza yaklaşamazsınız. Evin yolunu zor bulursunuz. İçmeden sarhoş olursunuz... En iyisi üzümü 6 kilo yemek ve bir litreden az sirke içmek gerekli (Fazlası sarhoş ediyor, Allah'ımız SARHOŞ sevmiyor. Benden söylemesi!).

Cinler (Süleyman hikayesinden biliyoruz) ayetlere göre çok güçlüler. İfrit denen bir grup var ki, dalgıçlık yapabiliyor, deniz dibindeki maden yumrularını ve kayalarını getirebiliyor, dev HEYKELLER ve eşyalar yapabiliyorlar...

Cinler Ay'a gittiler ve orada KEHF ve RAKİM oldular. Krater (soğumamıştı) içi sıcak ortamı çok sevdiklerinden, KEHF oldular. Bir de o bölgeye RAKİM (bir anıt ) bıraktılar. Dünya’dan bakılınca görünür ümidiyle... Ama elbette görünemezdi. O garip yapının resmi var. Hani gölge oyunlarıyla insan başına benzeyen... Anıttan öte bir koca tepe o!

İki gözü, burnu ağzı olan bir insan başı, koskoca bir tepe. Evet o, bir doğa harikası değil. Bazı şeyler YAPAYDIR. Yapaylar konusunda hem Süleyman'ın ayetleri hem de Kehf suresinin RAKİM bölümü ipuçları vermektedir. Eğer Kehf suresinde 7 uyurların bittiği bölüme doğru olan ayetlerde, "Bir mescid yapalım, bir bina yapalım" kelimesini anamsarsanız YAPAY harikalar (Rakim'in 7 anlamından biri bu) dünyasıyla tanışacaksınız.

Kehf 21. Böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve gerçekten Kıyamet’in, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için onları buldurmuş olduk. Kendi aralarında durumlarını tartışıyorlardı, dedi ki: "Onların üstüne bir bina inşa edin, Rabb’leri onları daha iyi bilir". Onların işine galip gelenler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız" dediler.

“Böylece, Allah'ın vaadinin hak olduğunu ve gerçekten Kıyamet’in, kendisinde şüphe bulunmadığını bilmeleri için onları buldurmuş olduk”. (BULDURMUŞ!!!)

Kur'an CİNLERİN de Kur'an'ı. Resulullah efendim onların da Resulullah'ı. Şimdi Kehf'i ve Kamer'i bir de CİN açısından düşünelim. Ay’a gidildiği oraya BİR İMZA / İŞARET bırakıldığı apaçık bellidir. Ay'a imza konmuştur. Bu imzalar türlü türlüdür. Mesela bir tanesi, “Onların işine galip gelenler ise: "Üstlerine mutlaka bir mescid yapmalıyız" dediler”, uyarınca yapılan ANIT-TEPE'dir. Ayetin insanlara özgü diğer anlamları da bu kadar şaşırtıcı. Ama onları bir başka söyleşimize erteleyelim.

Unutmayınız ki AY (The Moon) sadece bizim ay değil; her gezegenin AY'ını kapsıyor. Mesela Jüpiter topraksı değildir, gazsı gezegendir ve çekim öyle güçlüdür ki, neredeyse her şey orada iki boyutludur (pestil gibi basılmıştır, kalkanbalığı gibi olurdu filler ve dinozorlar) ama Io ve Europa gibi topraksı AY'larda insanlar konuşlanacaklardır. Her gezegenin kutupları mutlaka SU içerir, kanallar oluşur. Yani ARZ =TÜM GEZEGENLER'dir. Necm=Yıldız'a ayak basılmaz, Güneş de bir yıldızdır. AY da gezegendir, yani ARZ'dır. Tüm KAMER 'lerde Güneş uydusunun uydusu anlamına gelir.

Cifirdeki karşılığı şudur: KEW=çevresinde dönülen, ana nirengi. Kevkeb=onun uyduları. Kevkebbeb=sonuncunun uyduları. Bunların tümü dişi olarak Kewakib diye çoğul yapılır.


“Cifir” Yukarı

Cifirde yinelenenler şöyledir:“Zil” (çıktı), “zal” (indi)=indi çıktı. “Dül”=yavaş giden büyükbaş, “düldül”=hızlı giden (at). “Fül”=tatlı olmayan, “fülfül”=acı (biber). “Sal”=çamur, “salsal”=çamurun da özü (Adenin guanin cytosin ve timin). Yinelenen kelimelerin birer karşılığı vardır ayrıca. “Meddi cezir” ve “zilzal” aynı şeydir. (ilki “zilzal”ın denize indirgenmiş özel biçimi yani gel git). Oysa Zilzal doğrudan tüm gel-gitler, tüm doğanın etkileşimleridir. “Zem”=artmak, ZAM (Hükümet zam yaptı gibi), “zemzem”=sınırsız artmak, vb.

Cifir'den bir KUR'AN ALFABESİ daha oluşturabilirsiniz. Cifir'den ANA DİL Sankritçe'ye bağlanabilirsiniz. Daha önce bazı örnekler vermiştim. KWN=Yaratılış (teKWiN, müteKeWwiN, Kwn=Kun=Ol! emri gibi. Kâ(w)iNat=Kâinat gibi. Ve KUN=OL, aslında sankritçe KUN+NES'den gelmektedir. Bir de HUN+NES var ya! Araplar onu türetmemişler. HUN=ÖL (chaos), Ha(w)inat (yaratılmamış ya da yok edilmiş BOŞ/bimekân evren YERİ). Allah'ın GİZLİ SIFATI= MüteHaVviN. TeHWiN=Yaratılmama hali ve/veya yokedilme Kolojisi (Kaogeni, kaoloji/Chaogony, Chaology vb.). Bunun tersi Künnes (Cosmos) ve bundan türetilen Kozmogoni, Kozmoloji, Kozmogeni gibi... Bunları fi tarihinde açıklamıştım sanıyorum. Dolayısıyla KUR'AN'DA bir şeyin ZITTI vardır ve onu KEŞFEDERSENİZ, zıttını kullanarak Kur'an'ın detaylarına mükemmel biçimde girersiniz.

Mesela Kur'an'dan bir tek KELİME alalım:

KİTAB'ı biliyorsunuz sadece anımsatayım. Yazının icad edilmediği çağda HıTeBe (Hitab, Hitap, sözlü kitap), yazının icad edildiğinden itibaren KeTeBe (Yazmaktan) Kitab yani yazılı Hitab) kökünü ORTAK harflerde buluyoruz. O da “T” ve “B”, yani TAB etmek. Kur'an'da bu yer alsaydı şöyle yazılacaktı: Tabbes!

KeTeBe'den Katib>>>Hatib
Hutbe>>>Kutbe
Hitabe-Kitabe
Mektub>>>Mahtub (Sözlü ileti)
Mekteb >>>Mehteb (öğretmensiz eğitim, mesela bilgisayar CD'leriyle ya da interaktif dersler vb.)
MuHaTaB (Muhatab almak)
MuKâtab>>>>Kitabın muhatap aldığı kişiler (Resulullah'a DE Kİ emri gibi , Zülkarneyn'den sorarlar sana gibi...)

Ve Bir başka örnek:

Kelam (Kelime gibi)
Kalem (Yazılı kelime ya da formül ya da bilgisayar programlamak vb.) Biri Kalın (Gaf) diğeri ince (Qef) yazılmıştır. Ortak harfler “L” ve “M”dir. Lema=Işık gibi.

İşte böylece Kur'an'a asla TERS düşmeden bir kelimenin zıttını bularak da Kur'an'ı deşifre edebilirsiniz.

Helak (Kalın Hı ile ) daha önce yazmıştım. Halk, Hallak, Halik vb. diye. Bunlar yaradılış üzerine. Helak ise yaradılışın iptali, yaratılmışın yok edilmesi (Latince annihilation). Örneğin Hallak (Allah'ın yaratan adı), BOŞLUKTAN YARATAN demek. Halik yine Allah'ın adı ama farklı (Ğani, Muğni, Hayy, Muhyi gibi. Birincide kendisi zengin ve diri; ikincisinde insanı zengin eden ve Hayat veren). Hallak ve Halik de böyle... Birincisi BOŞLUKTAN var eden; ikincisi hiçten var eden (Yani yaratan. Hatta bu ikisini ayırt etmek için ben birine “yaratan” diğerine “yaradan” diyorum).

Şimdi Helak ve Hallak'a bakalım. Boşluk kelimesini aramanız gerekiyor. Bu kelime Arapça da muALlaK'tır (Muallakta kalmak=Havada kalmak, boşlukta kalmak). Bu kelimenin Kur'an'daki gizli karşılığını yakaladık bile: Alak! Yani ilk suresin adı. Araplar "Bir çiğnemlik et" diyorlar. Geçelim artık şu Arapları... Alak, Aleka "asılıp tutunan" demektir. Boşlukta asılı duran demektir. Alak suresindeki embrionun ilk halini anlatmaktadır. Gerçekten de aşılanan yumurta "YUKARI" tırmanışa geçer ve Rahim cidarına tutunup yapışır. Muallak'ta ayrıca âlâ=yukarı, üst anlamı da vardır. Muallak ve allak "Yer ve gök ikisilisinin ARASINDAKİLER anlamına da gelir.

Kur'an'da YOK YOK... Bildiğimi bilseniz 24 saat elinizden bırakmazdınız. Ona ne kadar zaman ayırırsan ve dostu olursan, o da senin o kadar dostun olmaktadır. Benden BİLGİYİ alıp götürün, geriye sıfır kalırım. İşte bu benim MELAMİ olarak gerçek değerim. Melami karşısındakine DEĞER verir, sevgideğer der ona... Bendeki BİLGİ=KUR'AN'dır ve Kur'an=tüm mahlukatın kitabıdır. Her Kur'an bilen=bilgi sahibidir. Kur'an şarkıcılığını yapan değil; Onu OKU'yan herkes BİLGE'dir.


“Hud Suresi” Yukarı

Hud 56. "Ben gerçekten, benim de Rabb’im, sizin de Rabb’iniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabb’im, dosdoğru bir yol üzerinedir.

Herzamanki gibi yanlış tercüme... Diyor ki: inna Rabbe=Rabbim bizi.....dosdoğru yol üzerinde kıl). Rabbena=Rabb’imiz, bizim Rabb’imiz, ey bizim Rabb’imiz demektir. Ama “İnna Rabbi” dediğinde, bizleri diye başlanır cümleye ve etken fiil (özne) RABB'dır. Edilgen (pasive) olan ise bizler olup başa getirilmiştir.

“He sells the book. The book is sold by him”, gibi düşün cümleyi... Cümle aktif değil pasif . “O kitap satar” yerine, “Kitap onun tarafından satıldı”. Yani “İnna Rabbi” derken, Rabb’in kendisi değil kulları “sıratal müstakiym” üzerinde... Kitap sahibini satamaz. Bizim çok bilmişler o cümleyi sanki insanlar Allah'ı uyarıp da doğru yola çekiyorlarmış gibi düşünmüş.

Ene=Ben, İnna=Biz, Ente=Sen, Hum=O, vb. “İnna” başa gelmiş, burada İNNA=BİZ derken yaratan ile yaratılan (halik ile mahluk) çevirmen tarafından AYIRT edilmemiş. Tercüme yanlış yani.

“İnna enzelna”, biz indirdik (Allah ve melekleri ve ruh için BİZ çoğulu). Bu etken, edilgen olan ise “İnne Rabbe”. Bu durum sadece bu ayette yok. Mesela Besmele bir yerde ELİF harfsiz gecer. Hani 19 harf diyoruz ya, bir yerde ise 18 harf dolayısıyla 789'da besmelenin EBCED değeri olabiliyor.

Ayetin devamındaki “Dabbet” burada "Debelenen, toprak katmanına saklı" anlamında. Perçem ve topuk da 7 anlamlı. Mikronik anlamlarından biri (eğer biz DONA yapıtaşları kadar küçülseyebilseydik) 200 milyon km uzunluğundaki bir sarmaldan oluşmuş kromozomda kaybolurduk. Yani ölçeklerimiz aynı olsaydı bir makro molekül bizim için dev bir evren olurdu. DNA kodlamasında bir baş (perçem) ve bir de son (topuk) düşünmelisin. Bir de hücre göçü var. Perçem ve topuktan maksat burada "Tepeden tırnağa" teşbihini oluşturmak. Bir topak, bir küre olmaksızın, cenin bu hücre göçünü başarır. Topuk=Kuyruk (Embrio'da) ve bir kurbağa larvasına benzeyen o başta ilk oluşan katman bir kıvrım sanki takke gibi duran ve alından geriye yapılanan özel bir katman. Tüm HAYVANLARLA bunu paylaşıyoruz.

Hücre göçünde gittiğimiz iki EN UÇ kutbun adı PERÇEM (beyin zarı korteks) ve TOPUK (kuyruk), bu ikisi arasındaki matriksde hücre göçü oluşuyor. Hücrenin kendisi de kutuplaşır. Polar bölünmelerde hücre çekirdeği parçalanır ve iplikçikler halinde iki kutba giderler (Mitoz, Amitoz ve Amilaz maddelerine bakabilirsiniz). Bu da 7 anlamlı Kur'an'da iki kutub PERÇEM ve TOPUK olarak verilmektedir. Normal bir insan karadeliğe yakalandığında, incelerek ve uzayarak çekilir. Olay ufkunu geçtiği anda boyu bir buçuk km. olur (oysa bir buçuk METRE idi). Başı ve topuğu arasındaki bu uzaklık nedeniyle topuğu şiddet olaylarına daha yakın ve açıktır (maruz kalmıştır). Cehennem de böyle bir karadelik çekimi sahibi dev bir gezegendir. O kuyular (Hutame, Ğayyya kuyusu Veyl uçurumu vb.) bu karadelik çekmesiyle ÖZDEŞTİR ve azaplardan sadece biridir. Burada GRAVİTASYON azabı vardır. Bu Sırat (İncelip uzayan) köprünün bir başı PERÇEM öteki de TOPUK oluyor.


“Messenger - Hanif Olmak” Yukarı

Janna telepattır. Candan isteyin selamınız GİDER, yemin ederim... Bir de Allah'ı düşünün ki, HER AN SİZİNLE. SİZİNLE BU KADAR İÇLİ DIŞLI OLAN RABB’İNİZİN BİR ADI DA EL-SELAM. Yani BARIŞ. Allah ile barışalım. O doğal telepattır. Tüm düşüncelerimizi ve alicenap yürek dilimizi Allah'ımıza açalım. O'ndan isteyelim. Allah'ımızdan RIZA, İLMİMİZİN ARTMASINI ve BİZLERİN BİZLER OLARAK KALMASINI. Hiç fire vermeden kenetlenip hakettiğimiz yere BARIŞ içinde gitmeyi diliyorum.

Mehdi ve Mesih şu satırlardan haberdarlar. Onların kütüphanesi BİZLERİZ. Yazılanı okuyorlar, sen yazdığın anda... Yazılan tarihe geçiyor. Hangi tarihe? "HANİF kelimesinin YENİDEN KEŞFEDİLDİĞİ" bu günlere... 6 bin yıl aradan sonra BUGÜN keşfedilen bu kelimenin ŞU SATIRLARLA nasıl belirlendiğini ve belirginleştiğini GELECEK ve onun üç majisyeni BİRLİKTE OKUYORLAR.

Allah o kelimeyi BİZE sakladı, 6000 yıl sonra bize ihsan etti. Gelecek size çok şey borçlu. O geleceği siz kuruyorsunuz. Hanifliğin ÇIKIŞ TARİHİ 2001 yılı kabul edildiğinden, GELECEĞİ ismen tek tek sizler inşa ediyorsunuz. Nasıl ki Resulullah'ın çevresindeki on ismi sayabiliyorsak, Mehdi de sizleri tek tek sayabiliyor. Mehdi bir EKİBİN başıdır. Ekip ise zamanın İKİ UCUNU tutmuş sizlersiniz, ya da hep beraber BİZLERİZ. O bizim imamımız. Hiç bir imam gibi DEVAMLI değil! Yerini MESİH’e (İsa'ya) bırakacak.Mesih de sizden haberdar. Tarihin içinde 2000 yıl önce öldüğünü sandığınız MESİH aslında SİZİN geleceğinizde... 6000 yıl önceki "Arkeolojik kalıntı sandığınız HANİF din, milletin babası İbrahim ile birlikte ŞİMDİDEN başlayarak sizlerin geleceğinde... Sizlerden ÖRNEK alarak MESİH HANİF oldu, MEHDİ HANİF OLDU. Siz daha önce HANİF oldunuz...

Allah'ın indinde HANİF dinden daha güzel bir din var mıdır? Tüm dinler İslam ama birbirinden çirkinleştirilmiş. HANİF dinden güzel bir İslamiyet daha var mı? İki kez iman eden, iki kez selam (barış) diyen, ikinci cenneti isteyen, iki kez razı olan ve rıza veren, itikadda, imanda, insanlıkta, iyilikte, irfanda ve ilimde iki defa başarılı, iki kez Müslüman. İşte bu BİZLERİZ, HANİFLER...

Ve Haniflik kıtasını keşfettik ya, artık o kıtaya Mehdi yerleşecek, Mesih yerleşecek. Ama Kristof Kolomb olmak BİZE DÜŞTÜ, biz keşfettik. Geleceğin The Khaniff World'ü onlar tarafından kurulsun. Tek din, tek mezheb, tek şeriat, tek çelişiksizlik, tek adres, tek konfor, tek refah, tek paylaşan, tek yarışmayan, tek yakışan din HANİFLİKTİR.


“Sabah Namazı” Yukarı

Ayet açıkça diyor ki, "Ağzından çıkanı sadece senin kulağının duyacağı kadar” bu ayettir. İçinden sadece zikredebilirsin. Ama namazlar, özellikle SABAH namazı ŞAHİDLİ (Meşhud)dir. Sen tüm meleklerin imamı oluyorsun o sırada... Başta kiramen katibin melekleri olmak üzere, tüm melekler içimizden geçeni ASLA BİLEMEZLER (Allah'tan başkası asla bilemez). Yani ağzından çıkan sözü DUYUNCA yazarlar... Dolayısıyla fısıltıdaki tüm keskinlikleri bırakarak yumuşak fısıltıyla okuyacaksın. Yanındaki kimse ise seni duymamalı zaten onu şaşırtırsın...


“Allah’ın İlk İsmi” Yukarı

El harfi tariftir. Örneğin EL-Rahman gibi. Ama hitap ederken YA RAHMAN denirdi . El Evveli Allah'ın İLK ismidir. Ondan önce ismi yoktu. Yani diğer isimler yaradılış ile birlikte geldi. Bu bakımdan El Evveli ismi hem özelliklidir hem de digital anahtardır. El (1) ev (or) ve (and) li (0) . El evveli =HU (Hüve) dir, DERVİŞ'in hu'sudur. El Evveli'nin diğer adı, "Oku Rabbinin adıyla!" gibi. Rabb’in adı nedir? O EL EVVEL'dir. El Evvela'dır. Tüm evren bineerdir, sayısaldır. Önemli olan ALLAH'ı anmaktır.

Bir tek şuna dikkat edilmeli. El Evvela ismi diğerleri gibi Ya Evvel! Olmuyor. Doğrudan Ya almıyor doğrudan EL EVVELİ oluyor (Sonuna i ya da a koymak şartıyla). Ya Latif El evvela ! diyebilirsiniz mesela. İki ismi bitiştirirken El varsa VEL yazarsınız.

Allah'ı andıkça, O'nu bildikçe, yani kulluk borcunu ödedikçe SİZE yapmayacağı şey yoktur. O size ikram etmek için SİZİ VAR ETTİ. Varolmanızın nedeni ONDAN İSTEMENİZ İÇİNDİR. Ve işte, soylu, asil ve alicenap niyetli olan herşeyi isteyin (Samed=Sadece veren, tek kutuplu olarak ve tek yönlü olarak, HİÇ ALMAYIP, SÜREKLİ HERKESE veren ve kendi gereksinimi olmayan güç kaynağı demektir). Allah herkese YETER. Onun Adı El Kâfii'dir. Yeterlidir. "Ben de isterim" diyen HER ASİL duaya yetişir...

Geri Dön     Yukarı