Şeriatçılığın ılımlısı olmaz

Daha büyük görmek için lütfen tıklayınızÖnce Malezya sonra İran oluruz Gericileşmenin sonu yok: Türkiye Malezya, Malezya da İran gibi olacak   “Türkiye, Malezya olur mu?” tartışması, Anayasa üzerine yapılan tartışmaların ana konusunu oluşturdu. Bu, aslında olumlu bir durum. Öncelikle AKP’nin hazırladığı Anayasa’nın Türkiye açısından bir rejim değişikliği demek olduğu ve bu rejim değişikliği sonuçlarının Türkiye’yi Malezya gibi daha Şeriatçı bir ülkeye dönüştüreceği tehlikesinin ortaya konması olumlu. Ancak Türkiye’nin önündeki tehlike Malezyalaşmakla sınırlı değil; çünkü Şeriatçılar ipleri bir kez eline aldı mı, hep daha da gerici rejimleri kuruyorlar. Bu açıdan Malezya da aslında İran olmayı tartışıyor. Malezya’daki laikliği savunan 11. Madde Hareketi’nin temsilcileri şöyle diyor: “Üç yıl önce İstanbul’da bazı entellüktellere ‘Türkiye İslamlaşıyor.’ dedik. Bize ‘Mümkün değil, Türkiye’nin subapları var.’ demişlerdi. 22 Temmuz seçimleri bizleri haklı çıkardı. Bundan 10 yıl önce, Malezya’da geldiğimiz noktayı biz de hayal edemezdik. Ve böyle giderse, 5-10 yıl içinde Malezya İran, Türkiye de Malezya olacak.” İşte tartışma bu boyutuyla birlikte ele alınmalı. “Türkiye, Malezya olur mu?” sorusuna yanıt ararken, Malezya’nın yalnızca bugününe bakmak doğru değil. Malezya’nın geleceği de unutulmamalı. Çünkü, Malezya Türkiye’nin yakın geleceğiyse, Malezya’nın geleceği de bizim bir sonraki aşamamız olacaktır. Unutulmamalı ki, gericileşme bir süreçtir. Önlemi alınmazsa, Şeriatçı rejimler hep daha da gerici bir yapı kurmaktadır. Bu yüzden Türkiye bir Malezya’ya dönüşürken, Malezya İran’a, İran da 20. yüzyılın gördüğü en gerici rejim sayılabilecek Taliban Afganistan’ına dönüşmektedir. Türkiye’de Şeriatçılar Malezya’dan da hızlı gelişti Şimdi 11. Madde Hareketi’nin demecine geri dönelim ve bu önemli değerlendirme üzerine biraz düşünelim. Ortaya konan iki önemli gerçek var. Birincisi, Malezya’nın yaşadığı dönüşümün 10 yıl sürmesi ve 10 yıl önce bu derece köklü gericileşmenin yaşanacağının tahmin edilmemiş olması. İkincisi ise, bu dönüşümün devam ediyor olması ve bu süreç sonunda Türkiye ve Malezya’nın daha da gericileşip daha da kötüye gidecek olması. Bu da aslında Türkiye’deki Anayasa tartışmalarının özünü oluşturuyor. “Hiç merak etmeyin, Türkiye’nin subapları var.” açıklamalarının ne kadar yanıltıcı olduğuna Malezya’dakiler de işaret ediyor. Üstelik dikkat çekmek istediğimiz bir nokta daha var. Türkiye, İran’dan da, Afgnasitan’dan da, Melazya’dan da çok daha köklü devrimci dinamiklere ve geleneklere sahip bir ülke. Mustafa Kemal önderliğinde emperyalizme karşı ilk bağımsızlık savaşını kazandık. Üstelik Türkler tarihlerinin hiçbir döneminde sömürge olarak yaşamadı. Bunlar olumlu noktalar; ancak bu durum Türkiye’nin içinde bulunduğu tehlikeyi gözden kaçırmasın. Çünkü Türkiye’de aslında diğer ülkelerden çok daha hızlı bir şekilde gericileşme yaşadı. Örneğin 12 Eylül öncesiyle bugünü karşılaştıralım. Şeriatçı hareket o günlerde oldukça marjinaldi. Hem genel olarak sol hem de laikliği savunanlar toplumda çoğunluktu. Daha da geriye gidersek, Erbakan’ın Milli Nizam Partisi’ni kurmasına kadar, Şeriatçı hareketin ayrı bir partisinin bile olmadığını, DP, AP gibi merkez sağ partiler içinde örgütlendiğini görürüz. Yani Şeriatçılar bu ülkede siyaseten bir parti bile kuramayacak kadar güçsüzdü. Ancak Türkiye’nin çok değil, aslında 90’lardan beri yaşadığı hızlı gericileşmenin üzerinde durmak gerekir. Bu gericileşmenin Refah Partisi’nin %5’lerden %20’lere taşıdığı, hemen ardından da AKP’yi %47’yle tek başına iktidara getirdiği unutulmamalı. 15 yılda oy oranını 10 kat artıran bir hareketle karşı karşıyayız. Ve artık hem iktidara hem de Cumhurbaşkanlığıyla birlikte devlete hakim olan AKP’nin bu gericileşmeyi hızlandırarak sürdüreceği de ortada. Öyleyse “Türkiye, Malezya olur mu?” tartışmasının, “Türkiye, Malezya olacak; öyleyse bunun engellenmesi gerekir.” noktasına çekilmesi gerekiyor.

Biz Türkiye’de “Malezya mı oluruz?” diye tartışırken Malezya da “İran mı oluyoruz?” diyor. Biz Türkiye’de “Malezya mı oluruz?” diye tartışırken Malezya da “İran mı oluyoruz?” diyor. Şeriatçı strateji tüm dünyada aynı: Adım adım, aşama aşama istediklerini elde ediyorlar. Her adımda daha da gericileşiyorlar. Devrimci dinamikler devreye girmezse, Türkiye Malezya gibi, Malezya İran gibi, İran da Afganistan gibi olacak. Bu yüzden Malezya örneğini korkarak inceleyenlere asıl Afganistan’a bakmalarını öneririz.  Üniversitelerde türban yasağı tartışılırken, Rektörlerden “Liseye de sokacaklar” uyarısı geldi. Uyarının ne kadar doğru olduğu aynı gün Milli Eğitim Bakanı’nın yanında fotoğraflanan türbanlı ilköğretim okulu öğrencileriyle kanıtlandı Üniversitelerde türban yasağı tartışılırken, Rektörlerden “Liseye de sokacaklar” uyarısı geldi. Uyarının ne kadar doğru olduğu aynı gün Milli Eğitim Bakanı’nın yanında fotoğraflanan türbanlı ilköğretim okulu öğrencileriyle kanıtlandı (solda). Bir sonraki aşamayı ise Malezya’da çekilen bu fotoğraf gösteriyor: Türbanlı ilkokul öğrencileri (sağda).

Laikliği kim koruyacak? Sabancı, “Laiklik DNA’larımıza işlemiş.” gibi komik bir açıklama yapmıştı. DNA’lara işlenen bir şey varsa, sanırız Türkiye’deki “kötünün iyisi”ne razı olma hastalığıdır. AKP’nin Milli Görüş’e göre daha ılımlı olduğu tezleri bir dönem dillendiriliyordu. Ve bu, AKP tehlikesine karşı uyanıklığı azalttı. AKP’yi ılımlı tutma gibi garip bir çaba içine girildi. AKP’nin kontrol altında tutulabileceği, Refah Partisi’nden bu yana AKP’nin aslında ılımlı bir İslamcı siyasi hareketi temsil ettiği, bu gelişimin desteklenmesi gerektiği ve böylece süreç içinde Türkiye’de Şeriatçıların rejim içine monte edilebileceği düşünüldü. Ancak durumun böyle olmadığı, Şeriat’la yönetilen diğer İslam ülkelerinde açıkça ortadadır. Malezya örneğinin bir de bu açıdan incelenmesi gerekir. 11. Madde Hareketi’nin söylediği gibi her şey adım adım oldu. Önce ılımlıydılar, sonra adım adım Anayasa’yı değiştirdiler. Hayat içinde hakim hale gelip toplumu da bir yandan biçimlendirdiler. Ve sonuç olarak son 5 yılda %10 olan türbanlı kadın sayısı %80’lere tırmandı. Dün Malezya, başörtüsü devlet dairelerinde serbest olsun mu olmasın mı tartışmasını yürütüyordu. Bugün ise gayrimüslim memurlar bile başörtüsü takmak zorunda. Nereden nereye… Aynı şey İran açısından da geçerli. Humeyni rejiminin İran’da adım adım nasıl iktidara geldiği incelenirse, Şeriatçı taleplerin süreç içerisinde nasıl arttığı, nasıl vahşileştiği ve Şeriat’a aykırı uygulamalara karşı nasıl gittikçe acımasızlaştığı görülecektir. İran’da Şeriatçılar toplum içinde hakim duruma gelene kadar sabırla çalışmış, adım adım kendi özgürlük alanlarını genişleterek örgütlenmelerini yaygınlaştırmışlardır. İktidara ve topluma hakim hale geldikten sonra ise, siyasi rakiplerini bir bir alt etmeye başlamışlardır. Son olarak ise toplumun tümünün birden uymak zorunda olduğu dini kurallar ülkenin temel yasaları haline gelmiştir. Yani o tanıdık Şeriatçı strateji: Önce dinsel özgürlük adı altında kendi cemaatine hareket serbestisi kazandır. Daha sonra kendi cemaatin için uyguladığın dini kuralları tüm toplumun uygulaması gereken temel kurallar haline dönüştür. Başlangıçta “dindar” kesimlere “saygılı olun” adı altında Şeriat, belli bir kesimde geçerli kılınır. Sonra o belli kesim adım adım örgütlenerek büyür, gelişir. Böylece Şeriat kuralları hayatın gittikçe daha geniş bir bölümünde yer almaya başlar. Sonra ise çoğunluk haline gelerek, tüm topluma kendi dini kurallarını dikte etmeye başlar. Türkiye-Malezya-İran- Afganistan zinciri İran’da bu süreç Malezya’dan daha önce başladığı için şu anda çok daha ileri aşamalarda; ama Malezya da aynı şekilde gericileşme sürecini Türkiye’den daha fazla yaşadı. Bu açıdan Türkiye-Malezya-İran-Afganistan zincirini incelemekte fayda var. Şeriatçı zihniyetin durdurulmazsa insanları nereye götürdüğünü görmek için… Örneğin Malezya’da türban bayanlar için bir zorunluluk haline henüz gelmemiş; ama kadınlar arasında çoğunluk olmuş. İran’da ise başörtüsü bir zorunluluk. Afganistan ise İran’a göre daha da geri bir durumda. Orada başörtüsünden de öte, burka zorunluydu. Mesela oruç açısından bakalım: Türkiye’de oruç tutanlara iftar nedeniyle işyerinden erken ayrılma gibi izinler veriliyor. Devlet dairelerinde de mesailer iftar saatine göre ayarlanıyor. Yani Türkiye’de dini kurallara uygun bir şekilde yaşanılmasına özgürlük adına göz yumuluyor. Malezya’da ise oruç tutmayan Müslümanlar cezalandırılıyor. İran’da ise oruç tutmamanın cezası daha ağır. Ramazan’da lokanta açmak bile yasak. Yani oruç yasağına fiilen gayrimüslimler de uymak zorunda kalıyor. Dolayısıyla bu yönüyle Malezya’dan daha geri bir durumda. Afganistan’da ise oruç tutmamayı bırakın, namaz kılmamak bile büyük suçtu. Ezan okunduktan sonra sokaklarda gezen Taliban’ın din polisleri, namaza gitmeyenleri yakaladığı yerde kırbaçlama hakkına sahipti. Bugün Türkiye’de AKP, eşi türbanlı olmayanlara ihale vermeyeceğini açıklıyor. Malezya’da türban olmadan devlet memuru olamıyorsunuz. İran’da kadınların araba kullanmasına izin verilmiyor. Afganistan’da ise kadınlar yanında erkek olmadan sokağa bile çıkamıyor… Bugün Türkiye’de çıplak kadın ve erkek heykellerine “Tükürürüm böyle sanatın içine!” diye yasaklar geliyor. Malezya’da bırakın çıplak olanları her tür kadın-erkek heykeli yasak. İran’da ise heykelin kendisi yasak. Afganistan’da ise 200 yıllık Buda heykelleri tanklarla yok ediliyor. Türkiye’de nüfus cüzdanında “din” ibaresi zorunlu. Malezya’da Müslümanların dinini değiştirmesi yasak. İran’da Müslümanlığın gereklerini yerine getirmeyenler ceza alıyor. Afganistan’da Müslümanlığın gereklerini yerine getirmemenin cezası kimi zaman ölüm! Türkiye’de yıllardır “subaplar var” diye Şeriatçılığın gelişmesi sadece izlendi. Bugün AKP tek başına iktidar. Malezya’da 10 yıl önce “İslamcılık asla Malezya’ya hakim olamaz.” deniyordu, bugün “Malezya İslam Devleti’dir.” açıklaması yapılıyor. Geçmişte Kral, Malezya’nın tamamen Şeriat’ın güdümünde olmasının önünde bir “subap” olarak görülürdü. Bugün Kral’ın bile eşi türbanlı… İran’da TUDEH ve diğer sol hareketler Şah devrildikten sonra “İslamcılar değil, biz güçlüyüz.” diye düşünüyordu. Şah karşıtı mollalara sempatiyle bakıyordu. Kaybettiler. Humeyni rejimi bir gecede bütün solcuları tutukladı. Afganistan’da ise 90’lı yılların başlarında Sovyet destekli laik rejim, SSCB yıkıldıktan sonra güçsüz kalıp devrilince “İslamcılara karşıyım, ama İslam’a saygılıyım.” diyen Mücadidi başa gelmişti; ama çok değil 7 ay sonra kendisinden daha Şeriatçı birisine koltuğunu bırakmak zorunda kaldı. O yüzden “Türkiye’nin subapları var, Atatürkçü geleneğimiz sağlam.” kolaycılığına kaçmamak lazım. Türkiye Malezya gibi olmayacaksa geçmişinde bir Atatürk olduğu için değil, geleceğinde Atatürk’ler yaratacağı için olmayacaktır. Atatürk’ün 60 yıl önce yaptıkları Türkiye’de Şeriatçıların işini zorlaştırıyor kuşkusuz; ama bugün Atatürkçüler Şeriata karşı Atatürk tavrını göstermez, Atatürk gibi devrimci olmazsa, o kazanımlar bir bir ortadan kalkar. Ilımlı Şeriat olmaz Üstelik şunu da sormak lazım, Türkiye’nin Atatürkçü gelenekleri, DNA’ları, subapları ne zaman devreye girdi, AKP’yi hangi noktada durdurabildi? Ayrıca Şeritçıların ılımlı olması gibi bir durumun hiçbir örneğinin olmadığını da ortaya koyalım. Aksine, Şeriatçı rejimlerin hep daha da gericileştiğini görüyoruz. Daha da saldırganlaşıyorlar. Kendi haline bıraktığınız zaman hep daha kötüye gidiyor. Afganistan örneği bu açıdan gerçekten de öğretici. 1992’de iktidara gelenler sadece “İslam’a saygılıydılar”. Sonra “Ilımlı İslamcı”lar geldi. Onları da radikal İslamcı Taliban devirdi. Taliban da ılımlılaşmak bir yana, 2000 yıllık heykelleri bombalayacak kadar saldırganlaştı. Bugün de AKP iktidarına bakarsak, hangi taleplerinde ılımlı olduğu söylenebilir? Geri adım attığı hiç olmuş mudur? Hiçbir adımlarından vazgeçmemektedir, sadece zamana yaymakta, subapların uyumasını, gücünü yitirmesini, uyanıklığının kalmamasını beklemektedir. Öyleyse, İslam’ı ılımlı hale getirerek engelleme gibi yanlış stratejiler üretilmesin. Malezya’da da iktidardaki merkez sağ parti, “Biz de İslam’a saygılıyız.” açıklamasını yapmış, daha sonra iktidarı Şeriatçılara bırakmamak için ülkenin adım adım Şeriatçılaşmasına göz yummuştu. Bu süreç Şeriatçıları bitirmediği gibi, onların iktidar olmadan ülkenin Şeriatçılaşmasını sağladı. Böylece Şeriatçılar ülkenin tümüne hakim hale geldiler. En sonunda iktidarı da aldılar. Şeriatla mücadelenin sadece ve sadece Atatürkçü stratejiyle olacağı unutulmamalı. Yani Dumlupınar Stratejisi. Yani düşmanla uzlaşma, ondan merhamet bekleme, ılımlı olmasını bekleme değil, düşmanla hiçbir koşulda anlaşmama, denize dökene kadar onunla mücadele etme. Atatürk bu tavrını yalnızca Kurtuluş Savaşı’nda değil, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da devam ettirdi. Şeyh Sait ve Menemen gibi gerici ayaklamalar çok sert bir şekilde bastırıldı. Tarikatlar, tamamen yasaklandı. Bırakın Şeriatçı partinin serbest olması, CHP dışında başka herhangi bir partinin varlığı bile yasaktı. Hatta kurulan iki muhalefet partisi de gericilikle işbirliği yapmaya başladıkları anda kapatıldı. Yani Atatürk saf değildi. Subaplara değil, devrimci uyanıklığına güveniyordu. Gericilikle mücadelesini şu kararlı sözleriyle ortaya koyuyordu: “Gericiliği nerede görürsem, tepelerim, tepelerim, tepelerim!” İşte Türkiye’yi Malezya olmaktan kurtaracak tavır bu tavırdır. Evet, kimse merak etmesin… Türkiye Malezya olmayacak. Çünkü subaplar değil, bu ülkede Atatürkçüler var… Mustafa Kemal’ler var!

Asıl sorulması gereken soru: Peki ya Afganistan olursak? Gerçek Şeriat manzaraları
Afganistan’ın Şeriatçı liderleri bir Cuma namazında birlikte. Bu fotoğraftaki liderler sürekli bir diğerini daha ılımlı olmakla suçlayıp devirmiştir. Laik Necibullah iktidarına 1992’de son veren Mücadidi (sağdan ikinci), 5 ay sonra Rabbani (soldan ikinci) tarafından devrildi. Mücadidi kendisini “İslam’a saygılı”, Rabbani ise “Ilımlı İslamcı” olarak adlandırıyordu. Rabbani 1995’te Hikmetyar (en solda) önderliğindeki Taliban tarafından devrildi. (Hikmetyar, Tayyip’in önünde diz çöktüğü kişidir.)
Afganistan’ın Şeriatçı liderleri bir Cuma namazında birlikte.
Taliban yönetiminde din polisinin Şeriat’a uygun davranmayanları anında cezalandırma yetkisi vardı. Bir hırsızın kesilen ellerini din polisi gururla gösteriyor.
Bir hırsızın kesilen ellerini din polisi gururla gösteriyor.
Taliban yönetiminde din polisinin Şeriat’a uygun davranmayanları anında cezalandırma yetkisi vardı. Fotoğrafta bir din polisi uzun saç yasağına uymayan erkeğin saçlarını kesiyor.
Bir din polisi uzun saç yasağına uymayan erkeğin saçlarını kesiyor.
Cuma namazına katılmayanlar din polisi tarafından kırbaçlanıyor.
Cuma namazına katılmayanlar din polisi tarafından kırbaçlanıyor.  Cuma namazına katılmayanlar din polisi tarafından kırbaçlanıyor.
Zina yaptıkları için taşlanarak öldürülen kadın ve erkek.
Zina yaptıkları için taşlanarak öldürülen kadın ve erkek.
Dağıtılan yemek yardımını almak için sıraya girmiş burkalı kadınlar
Dağıtılan yemek yardımını almak için sıraya girmiş burkalı kadınlar
Burkasını sokak arkasında çıkardığı için din polisi tarafından anında cezalandırılan kadınlar
Burkasını sokak arkasında çıkardığı için din polisi tarafından anında cezalandırılan kadınlar
Zina yapan bir kadın stat ortasında kafasına kurşun sıkılarak öldürülüyor. Bu infaz kadının çocukları ve kocası tarafından da izleniyordu.
Zina yapan bir kadın stat ortasında kafasına kurşun sıkılarak öldürülüyor. Bu infaz kadının çocukları ve kocası tarafından da izleniyordu.
Şeriatçı zorbalık “put” diye her tür tarihsel kültür mirasını bile düşman görüp yok etti: 1700 yıllık 55 metre yüksekliğindeki dünyanın en büyük Buda heykelleri 2001 yılında topçu ateşiyle yıkıldı.
1700 yıllık 55 metre yüksekliğindeki dünyanın en büyük Buda heykelleri 2001 yılında topçu ateşiyle yıkıldı. 1700 yıllık 55 metre yüksekliğindeki dünyanın en büyük Buda heykelleri 2001 yılında topçu ateşiyle yıkıldı.
1992’de Kabil’deki Darül Aman Sarayı yıkıldı.
1992’de Kabil’deki Darül Aman Sarayı yıkıldı.
1993’te ise zengin Kabil Kütüphanesi dağıtıldı.
1993’te ise zengin Kabil Kütüphanesi dağıtıldı.
Müze MüdürYardımcısı Necibullah Popal yıkıntılar arasında görülüyor.
Müze MüdürYardımcısı Necibullah Popal yıkıntılar arasında görülüyor.

http://www.turksolu.org/156/erdem156.htm adresinden alınmıştır.

Bunları da sevebilirsiniz

Yorumlar