Yer-Gök, Gece-Gündüz

Arz’dan Arş’a: Sonsuzluk Kulesi: [SK1] – [SK2] | Mirac: [M1] – [M2] – [M3] | Evrenin Sırları Sınırları: [ESS1] – [ESS2] | Zamanda yolculuk

Sonsuzluk Kulesi 1 : Birinci Albüm: Yaratılma tekilliği :

Kesim 1Kesim 2 | Kesim [3a] [3b] | Kesim 4 | Kesim 5 | Kesim 6 | Kesim 7 | Kesim 8 | Kesim 9Ref. 1Kesim 10 | Kesim 11 | Kesim 12 | Kesim 13 | Ref. 2


Kesim: 10: Yer-Gök, Gece-Gündüz

Evren, ilk yaratıldığında (henüz foton ışıması olmadığından) karanlıktır. Sonra fotonlar (ışık zerrecikleri) oluşur ve ortaya “Gündüz” kavramı çıkar. Aknokta “Nur” dur veardından gelen “GECE” yi izleyerek, bütün evrenin her yerinin güneşten daha parlak “GÜNDÜZ” olduğunu, günümüzde ise bu fotonların soğumasıyla yine “KARANLIK” ya da “GECE” kavramına gelindiğini görüyoruz.

Bu da, bir anlamda Yasin – 37/38’deki “Gece” ve “Gün” ün birer delil olarak sunulmasıyla tam bağdaşır. Zümer – 5’de ise şaşkınız:

“Gökleri ve yeri HAK olarak yarattı. O (ALLAH) geceyi gündüzün üstüne örtüyor; gündüzü de gecenin üstüne sarıyor…”

Big Bang teoreminde bize “Gece-gündüzün” birbiri üzerine bürünüp sarılmalarını, 14 yüzyıl sonra anlatmıyor mu? Dahası da var: Gece ve gündüz gibi; yer ve gök de ayrılmıştır. Hâlbuki bunlar bitişikti. Yani evren, yaratıldıktan sonra bir gaz bulutudur, homojen (türdeş) tek tip bir yapısı vardır. Eğer öylece kalsaydı, maddi hiç bir şey oluşmayacaktı. Sonra “Garip” bir şey oldu ve bu tek bulut, süper galaktik kümeleri oluşturmak üzere “Bölük bulutçuklara” ayrıldı. Oysa böyle bir şey beklenemez!..

Çünkü birbirini her doğrultuda eşit çeken bir bulut hiçbir zaman kümeleşmez. O gaz bulutu içinde hem yer ve hem gök vardı. İkisi bitişikti ve yanı şeydi. (Enbiya: 30.)

“Onlar hala görmüyorlar mı, yer ve gök bitişikken biz onları ayırdık.”

Buradaki fetakna (Faz ayrılması) nın tam karşılığıdır. Yani bu tek bulut, ileride galaksi olacak 200 milyar kadar ayrık buluta bölündü. Böylece galaksiler ve sonra da yıldızlar ile biz türedik. Demek ki yer ve gök bir homojen bulut olarak bitişikti.

Evren böyle hidrojen bulutu olarak kalsaydı biz yaratılmayacaktık. Ama “Bir etki” ile evren homojensizliğe uğramıştır. Eğer bu homojensizlik bir tek ağırlık noktası çevresinde toplansaydı, evren en başta KARADELİK olarak, kıyamete dönüşecekti. Yani aknoktanın saçtığı bulutu karanokta yok edecekti.

Evren bir karadelik halinde de kalmamıştır (Heterojensizlik). Ne bulut ne de karadelik olmamış, 200 milyar tane galaksi oluşturacak ayrık bulutlara dönüşmüştü.

Bu demektir ki, 200 milyar kadar “Çekim Merkezi” gerekiyordu. Ben, bu çekim merkezlerini arıyor süper dizi teorisine yönlenmeyi pek düşünmüyordum. Bir süre birlikte çalıştığımız Profesör Hawking, bilimi alt-üst eden “Karanoktaları” ve “Karadelik Buharlaşması” buluşlarını gerçekleştirmişti. İki buluşu, iki eksiğimi birden tamamlıyordu.

Büyük patlamanın şiddeti, en başta bir atomdan da küçük mini karanoktalar oluşturmak zorundaydı. Çekim şokundan başka büyük etkinlikler de karadelik oluşturacak güçteydi.

Hawking’in bu buluşu, aradığım “Çekim merkezleri”nin ta kendisiydi. Böylece süper galaksi dizilerini oluşturacak bölünmenin odağını Hawking karanoktacıkları sağlıyordu. Bitişik olan yer ve gök bu biçimde ayrılmış olmalıydı.

Karanoktaların çevresinde oluşan dalgalanmalardan da galaksiler dizisi ortaya çıkmıştı. Kümeleşme “Yer” ve boşluk ise “Gök” olarak ayrılmışlardı.

Hawking’in ikinci buluşu da “Kuazarlar” geldiğimi kapıyordu: Söz konusu buluş, “Karadelik buharlaşması” adıyla bilinmektedir. (*) (İleride üçüncü bölümde izleyeceğimiz “Karadelikler” her şeyi yutar ama çok az bir sızıntısı vardır ki, bu iki ters akıntı eninde sonunda karadeliği imha eder. Sızıntı iki mekanizmayla açıklanır: Birincisiuzay-zamanı çok küçük parçalara böldüğü için oluşan bir “Kaçak” ve nötrino sızıntılardır. Diğeri de (evrenin sıcağının karadelik sıcağından küçük olması halinde), karadelik ardındaki tünel’in karadeliği imha etmesidir. Sızıntının sonunda karanlıkta patlayarak açılır.)

Dolayısıyla mini karanoktalar 700 bin yıl sonra patlayarak açılırsa bir “Aknokta” ya dönüşmeliydi. Bu tespitime bağlı, başka bir buluşu da doğruluyordu: Kuazarlar (Tekvir – 15’deki Hünnes’ler).

“Kuazar (Quasar) dediğimiz ve evrenin en uzağında aradığımız mini odaklar, önceden bildirdiğimiz bu kuazarlar, “AKNOKTACIKLAR” yani mini karadeliklerin tersidir, künnes’tir.

Böylece bir çekim merkezi bulan bulutlar, dönerek bu mini karanoktaların, çevresinde toplanmaya başladılar. Merkezi bir mercimek ya da mercek gibi olan galaksiler önceden bir küreydi. Bu küre dönüyordu. Her taraftan çökme ve bükülme eğilimi, dönme ekseninde direnç ile karşılaştığından, bulut küre mercek biçiminde çöktü. Ağır bölümü, merkeze toplanırken, sonradan iltihak eden ve katılan hidrojen gazı da kolları oluşturdu. Galaksilerin dönmesi yüzünden, ekvator düzleminde bu kollar sarmal biçimde yer aldılar. Kimi de küresel ya da açık kümeydi.

Bu sırada galaksi merkezlerindeki karadelikler patlayarak açıldılar. O zaman da kuazarlar ortaya çıktı. Galaksi merkezindeki bu yarı kuazar yarı galaksi görüntüsünü ilk olarak Carl Seyfert buldu. Yani evrenin en uzağındaki Kuazarlar, biraz daha yakındakilerde kuazar merkezli galaksilere ve en yakındaki bildiğimiz galaksilere evrimleşme, tekâmül içindedir.

Bu hidrojen bulutlarının kümelenip, soğumasından şimdiki galaksiler ortaya çıkmıştır.

Galaksiler içindeki maddeden de YILDIZLAR yani güneşler ve sistemleri ortaya çıkmıştır. İç sıcaklıklar 10 milyon dereceye ulaştığında, hafif elementler, ağır elementlere dönüştü. Süpernova patlamalarıyla ilk yıldızlar bu içeriklerini çevreye saçtılar ve yeni yıldızlar da bu yıldız külünden doğru. Güneşimiz de bunlardan biridir.

Galaksi içinde bir yoğun çekirdek taşıyan tohumda yıldızlar “Kızıl Cüce” adıyla oluşmaya başlar. Kızılcüce yıldız çevresindeki gaz ve tozları burarak kendine yapıştırmaktadır. Bilinir ki çekim, ağır olanın hafifi çekmesidir.

Çektikçe yıldız daha büyür ve daha çok çeker. Bu sırada kendine yapıştırdığı, gövdesine kattığı uzay gaz ve tozlarının sıkışıp ısınmasına neden olur.

Sonra öyle bir sıcaklığa erişir ki, (Hidrojen bombasını patlatan çekirdek erimesi denen nükleer kuvvetler işbaşına gelince) bir yıldız doğar. Güneşimiz de böyleydi. Önce bir buluttu. Bu bulut, Pluton denen en dış gezegene kadar bir küre biçimindeydi. Sonra bu bulut yavaş yavaş merkeze, yani şimdiki güneşin bulunduğu noktaya çöktü. Çevrede gezegenlerin bulutları kalırken, asıl güneş bu bağrına toplayıp da içine iyice bastırdığı materyalden doğdu. Isındı ve öylesine ısındı ki, içindeki trilyonlarca hidrojen bombası örneği nükleer tepkime başladı. Kırmızı rengi, böylece turuncuya ve sonra da sarıya en sonra da akkora dönüştü.

Güneşimiz çok küçük bir asal yıldızdır. Yani dev yıldızların yanında son derece önemsizdir. 5 milyar yıl önce yaratıldı ve daha 50 milyon yıllık ömrü var. Çünkügüneşimiz çevresindeki ve içindeki hidrojeni helyum gazına dönüştürerek bildiğimiz ısı ve ışımayı vermektedir. Bu stoku ancak 50 milyon yıl sonra bitecektir.

Bu da gösteriyor ki, yıldızların bile ömrü vardır. Doğarlar, yaşlanırlar ve ölürler.

Yine evrenin sonsuz bir sıcak olan Kudret tarafından yaratıldığını ve genişlemekte olduğunu, Kur’an’ın Zariyat suresi 47 nci ayeti açıklıyordu: Soyut evren yani melek-ruh evreni bildiğimiz evrenden önce yaratıldığı için, evrenimiz yaratılırken dolayısıyla melekler vb. şahitti. Rabbimiz bu bakımdan ayete “Biz” diye başlamaktadır:

BİZ SEMAYI KUDRETİMİZLE BİNA ETTİK. HERŞEYİ GENİŞLETEN DE BİZİZ.”

Sema burada bir “Uzay modeli” olup, onun biçimlenmesi de “Bina” etmektir. Yani proje kurulmuştur. Söz konusu Kudret ise evrenin inanılmaz ilk sıcaklıktaki parçacıklarının enerjisiyle kıyaslanabilir. Enerji sıfır ötesinde “SONSUZ ÖZÜNLÜ ENERJİ impuls moment” değerini alır. Bu en büyük kudrettir, evreni bu oluşturmuştur.

Burada genişletmek ise “Evrenin genişlediğine” işarettir. Bu gerçeği 14 yüzyıl sonra Hubble 1920’de bulacaktı.

Zariyat 48 ise, gök ile yer yani boşluk ile kümeleşen şeylerin ayrılmasından sonra “Yer” kavramıyla ilgileniyor:

YERİ BİZ DÖŞEDİK, BİZ MÜKEMMEL BİR DÖŞECİYİZ.”

49. ayet yaratılışta madde ile antimaddenin ve benzeri (Yer-gök; soyut-somut madde-enerji ile elektronun eksisi ve protonun artısı olan) bütün İKİLEMLERİ kastederek bilim adamlarına “ders” veriyor.

“Ders alasınız diye her şeyden çift çift yarattık.”

akdelik-karadelik

Bunları da sevebilirsiniz

Yorumlar