Mail 007 – 13 haziran 2001 21.12 – Re: Düşünceler

Mailler | 2001: Haziran: 001-012Temmuz: 013-063Ağustos: 064-090 | 2002 | 2003 | 2004

Haziran 2001001 | 002 | 003 | 004 | 005 | 006 | 007 | 008 | 009 | 010 | 011 | 012


mail-007-logo 13 haziran 2001 21.12 maili

<> ile başlayan kesimler Aiberg’e ait değildir.

<> selim: “merhaba”-Öncelikle herkesi selamlıyorum.açıldığı zamanı tam olarak bilmemekle beraber zig-zag öğretisi ile ilgili siteyi uzunca bir zamandır takip ediyordum.Öncelikle hazırlayanları bu titiz çalışmalarından ötürü kutluyorum.Büyük emek verdikleri ve Hans Von AİBERG in kitaplarını adeta karış karış inceledikleri anlaşılıyor……

<> selim: (- Bu satırları yazmamdaki amaç mademki bu guruba üye olduk ve ortak bir merakı paylaşıyoruz hans von aiberg hakkındaki düşüncelerimi sizlerle paylaşmak.Aiberg hakkındaki görüşler bir kaç guruba ayrılmış gözüküyor.İlk gurup aiberg in sahtekar olduğu görüşünde olanlar.İkinci gurupta ise tam olarak tanıyamasalarda inananlar.bir guruptada aibergi oldukça esrarengiz bir kişi olarak biraz merak ve birazda hayranlık duygusuyla izleyenler var……

<> selim: (- Aiberg i sahtekar olarak tanımlayanların çoğu eleştirilerini fikirlerinden çok şahsına yönelik şüphelerden yola çıkarak yapıyorlar.Bir insan çıkıyor çoğuna göre akılalmaz iddia veya fikirlerini kendine göre ise bigilerini açıklıyor.Bu insanın bir profösör ünvanı var.Bir bilim adamı.NASA gibi ulaşılması çok güç bir yerde çalışmış, dünyanın en büyük bilim adamlarıyla birlikte olmuş,.Dünya çapında buluşların sahibi olduğunu iddia ediyor.Ama kitapları yayınlanana kadar kimse onu tanımıyor.Üstelik bunları yaptığının bir kanıtıda yok.Derken bir gün türkiyedeki geçmişiyle alakalı ayrıntılar ortaya çıkıyor.Türk vatandaşı olduğu, gazetelerde astroloji köşesi hazırladığı ,barlarda gitar çalıp fal baktığı ballandırılarak anlatılıyor.İşin ilgin yanı Aiberg bunları zaten inkar etmiyor ve daha hakkındaki iddialar ortada yokken kitaplarında yazıyor.Onu sahtekarlıkla suçlayanlar, bitirdiğini söylediği üniversitelerde okumadığını, profösörlüğünün hikaye olduğunu anlatıyorlar.Herkes Hans ın maskesi düştü, onu tanıyanlar ortaya çıktı diye düşünürken aslında onu suçlayanların okadarda tanımadıkları ortaya çıkıyor.Sadece onunla bir şekilde beraber oldukları belli bir zaman dilimini paylaştıkları anlaşılıyor.

<> selim: (dikkatimi çeken bir şeyde aleyhinde olanlar bile onu iyi bir insan olarak tanımlıyorlar )İlerleyen günlerde Aiberg bu iddialara cevaben hiçbir kanıt ortaya koymayarak adeta karşı tarafa koz veriyor.Öbür taraftan karşı tarafta somut hiçbir sahtekarlığını ispat edebilmiş değil……

<> selim: (- Şimdi biz Aiberg in doğru söylediğinden yola çıkarsak ; 1945 te doğmuş.18 yaş civarında Türkiyeye gelmiş.Mükemmel konuştuğu Türkçeyi bu yaştan sonra öğrenmeye başlamış olmalı.Hiç vurgu hatası yapmadan aksansız konuşabiliyor.Sonradan Türkçe öğrenipte aksansız konuşan kaç kişi tanıyorsunuz.Üstelik yurt dışında birden fazla üniversitede okurken , NASA da çalışırken geçirdiği yıllarda var.Ne kadar bir süreyi kapsıyor bilmiyorum ama bu zaman dilimlerindede Türkçe konuşmadığı muhakkak. (1973 yılında NASA da çalıştığına göre 28 yaşında Türkiyede değil)……

<> selim: (- Aktüel dergisinde üvey kardeşiyle yapılan bir röportajda hem dışarda hemde Türkiyede askerlik yaptığı anlaşılıyor.Bu söyleşi sözde Aiberg in aleyhinde bir şeyler bulabilmek için yapılmış.Fakat okuduğumuz zaman hakkındaki bilgilerle çelişen bir şey yok.Hatta örtüşüyor gibi görünüyor.Üvey kardeşi olduğu belirtilen kişi Aiberg in askerliğini nerelerde yaptığını söylediği halde hangi tarihte ve kaç yıl yaptığını söylemiyor.Çünkü acar muhabirimiz sormuyor yada bizim okuduğumuz kısımlarda yok.Oysa bildiğimiz gibi Türkiyede üniversite okumuş kişiler askerliklerini sekiz ay kısa dönem er veya uzun dönem yedek subay olarak yaparlar.Dışarda okumuş olanların okulları Türkiyedeki üniversitelerle denklik kapsamına giren bir üniversiteyse ki Aiberg in okudukları saygın üniversiteler, ozaman Aiberg te bu haktan yararlanıp askerliğini ya kısa dönem er veya uzun dönem yedek subay olarak yapmış olmalı.Öte taraftan fizikçi Avni ÇETİNKURT un 1997 yılında sitesinde yayınladığı yazısında aiberg için beş ay öncesine kadar herhangi bir kimliği yoktu demesi kafa karıştırıcı.Kimliği olmayan biri Türkiyede nasıl yaşayabilir,nasıl çalışabilir ve nasıl askerlik yapabilir.

<> selim: (- Aiberg hakkında kafa karıştıran şeyler çok.O çok tanınan biri .Özellikle televizyon programından sonra onu dar değil oldukça geniş bir çevrenin tanıdığını öğrendik.Tanınmış gazetecilerden, cumhurbaşkanlığı yapmış siyasetçilere kadar.Devletin en üst kademelerinde bile bu kadar tanınan biri hakkında gerek siyasetçilerin gerekse gazetecilerin araştırma yapmamasını tabiki düşünmüyoruz.Siyasetçileri bir yana bıraksak bile gazetecilerin aleyhinde buldukları herhangi somut bir bilgiyi açıklamamalarıda düşünülemez.Durum ilginç……

<> selim: (- Kısacası Aiberg in geçmişi tam olarak bilinmiyor.Bilinmedikçede bu konudaki spekilasyonlar bitmeyecek gibi görünüyor.Aiberg hayal mahsülü bir kahraman değil.Aramızda ve yaşıyor.Azda olsa belli bağlantıları var.Fakat onu ben tam olarak tanıyorum diyen biride çıkmadı ve galiba çıkmayacak.Şu bir gerçekki o Türkiyede doğup büyümüş biri olsa mutlaka bir akrabası ,bir çocukluk arkadaşı ,yaşadığı mahalleden bir tanıdığı çıkardı.Mutlaka bulunur ortaya çıkarılır veya kendi çıkardı.Bu açıdan bakıldığında onun Türkiyede doğup çocukluğunu geçirmediği aşikardır.Ozaman en azından bu doğru olmalıdır……

<> selim: (-Aslında burada hepsinden önemli olan hansın bilgileri ve bu bilgilerinin kaynağıdır.Asıl işin muamma kısmı budur.Hayatının bildiğimiz hiçbir evresinde Aiberg dini bir eğitim almamıştır.o halde nasıl konuları bu kadar derinlemesine bilip bir din bilgini kadar konulara vakıftır.Tanıyanlar onun her konuda derin bir bilgiye sahip olduğuna şahitlik ettiklerini söylüyorlar.Aleyhinde olanlar bile(Tevfik YENER gibi) Hiçbir sahtekar pek çok konuyu derinlemesine bilemez.Kimse insanların gözünü boyayıp şöhret olayım , cebimi doldurayım diye bu kadar bilgiyi edinemez.Çok daha kolay yollar varken hangi sahtekar böyle bir yolu seçer.Öte taraftan yedi kitap yayınlayan Aiberg in hangi görüşleri bilimsel bir eleştiriye tabi tutulmuştur.Değer verilmemiş, önemsenmemiştir denebilirmi?Bunun doğru olmadığını artık hepimiz biliyoruz.Hızır tezkireleri dışında pek bir eleştiri duymadık.Bunlarda ispatlanması şu anda mümkün olmayan bigiler ve kitaptaki sadece belli bir bölüm.Oysa bunun dışında kitaplarda yoğun bir bilgi akışı var.Konusunda uzman bir kişide çıkıp şurada yanlış bir bilgi var,doğrusu budur demedi.Gerçi haklarını yememek lazım,saçları gerçek sarı değil,yabancı değil Türk vatandaşı gibi oldukça uzmanlık gerektiren eleştirilerde bulundular!Söylediği her şeyin yalan olduğunu hiç bir kanıt getirmeden söylemek kolay.İspatlasaydınız ozaman.Nerede hangi hastanede doğmuştur,ilkokulu nerede okumuştur,çocukluğu hangi şehirde hangi mahallede geçmiştir,çocukluk arkadaşları,gençlik arkadaşları,akrabaları kimlerdir,nerededirler ?… Bütün bunlar vardıda buhar olup uçmadı ya.Devletin en gizli kalması gereken sırlarını bile bulup ele geçiren basının bunları tespit edememesi olacak şey değil tabiki.O halde aksi ispat edilene kadar Aiberg in kendisi hakkında verdiği bilgiler doğru kabul edilmelidir.

<> selim: (-Bu yazdıklarım benim Hans Von AİBERG hakkındaki şahsi düşüncelerimdir.Burada olduğunuza göre sizlerde bu konuyla ilgilisiniz ve bu yüzden sizlerle paylaşmak istedim.Tabii başka yazmak istediklerimde var ilerde.Aiberg bugün aramızda ve 56 yaşcivarında.Bu az bir yaş değil.Allah uzun ömür versin.Bundan sonra, kendine göre mutlaka sebebleri vardır ama ortadan kaybolmamasını diliyorum.Bizimle paylaşacak bu kadar çok bilgisi varken bunları kendine saklamayacağını umuyorum.İnşallah en kısa zamanda o alıştığımız yoğun tempolu yazılarıyla aramızda olur.

<> selim: selam ve iyi dileklerimle, selim

Slm & Slm!

Kur’an-ı Kerim’in Vakıa Suresi 25. ayet: “İlla kıylen Selamen Selama“, yani “Selama, selamdan başka bir şey eklemek boş sözdür” buyurmaktadır. “Selamına selam” demektir. “Senin selamına benden de selam” demektir ki, gereksiz bir sürü Arapça cümlenin yerine, hatta, “Merhaba, nasılsın, çoluk-çocuk sıhhat ve afiyette mi? Daha daha nasılsın?” vb. yerine geçer.

Sevgideğer mektup arkadaşlarım! Bizim anadilimiz Arapça’ymış gibi, taklidi Müslümanlık gereği, Allah’ın kısalttığı o mübarek söz yerine uzun uzadıya takılar kullanıyoruz. Bu yüzdendir ki, açılışı “Slm & Slm” diye kısalttım.

Biliyor musunuz sevgideğer okurlar, içime doğmuş gibi, bilgisayar terminolojisini (kendi formatım olan html ve http’yi ilk test ederken, ilk mesajım da “SLM” olmuştu.) Yerleşti ve iyi gidiyor…

Selam“, Dünya uygarlıklarının en eski kelimesidir diyebilirim. İnsan yaratıldığında yalnızdı. Kendisinden başka biri yoktu. Bu asıl insandan üç cins çıkarıldı: Erkek (Adem=XY), Kadın (Havva=XX) ve Huri (YY). Bu sonuncu insan türü, Cennet’ten yeryüzüne sürgüne gönderilmedi ve orada kaldılar.

Bir insandan üç insan cinsi çıktığında, birbirlerini ilk gördüklerinde, ilk kelimeleri “Selam” ve karşılığında yine “Selam” idi sevgideğer kalemdaşlarım.

Bu kelime Ademce’dir; hiç bir dile ait değildir ve ilk nezaket görgü kuralı, ilk sevgi sözcüğüdür. Anlamı ise muhteşem: Barış! Barışa barış… Kur’an nasıl ki “Oku!” emriyle başladıysa, bundan milyonlarca yıl önce de İslam dini barış adıyla başlamıştır.

İslam”, “Müslüman”, “teslim”, “selim”, “selam” ve daha türevleri hep bu “SLM” üç harfi üzerine kuruludur. Örneğin: iSLaM, müSLiM, SeLaM, teSLiM

Barış hissedilmelidir. Yani, anlamı sulh olan barış kelimesi İslam kelimesinden çok farklıdır. İki can düşmanı geçici olarak sulh yaparlar. Örneğin, cesetlerini toplamak için ara veren iki ordu, daha sonra yeniden savaşırlar. Oysa, “Selam” = İslam kelimesinde zoraki sulh yoktur, içinizden gelir. “Sulh” kelimesinin tersi “Savaş”tır. Ama “selam” kelimesinin bir tersi yoktur, selam ve İslam”ın tersi savaş demek değildir. Onun tersi, ikinci kez selamdır: Selam ve Selam

Bizler İslam dininin mensuplarıyız. Artık bu kavramları da aşalım ve ağzımızı alıştıralım: Bizler Barış dininin mensuplarıyız. Haydi barışın, barışmakta yarışın… Önce kendiniz ile barışın. Sonra doğa ile barışın, unutmayın ki Cennet yemyeşil ve tertemizdir. Doğaya borcunuzu ödemek için lütfen yılda en az bir kez ağaç dikin. Unutmayın ki, diktiğiniz o ağaç görünürde buradadır, ama, aslında sizin için bir gezegen büyüklüğünde bir orman olacaktır. Rabbimiz, ateştopu halindeki doğaya ağaç dikmedi mi?…

Haydi barışçıllarım, Allah’ımızın ahlakıyla ahlaklanalım, doğayla barışalım. Artık musluklardan akan o dupduru leziz su yok! Onbeş yıl geçmeden, o sular pet şişelerde satılıyor. Artık o tertemiz hava yok, Dünya’yı duhan kapladı ve daha da beteri gelecek…

Hayvanların da soyunu kuruttuk. Bize, kentlere, yani insana sığınan kedi ve köpekleri aldık, zehirledik, Belediye’lerce katlettik. Ah o hayvan hakkı var ya, o hiç ödenmeyecek, Kul hakkı gibi “Al gülüm ver gülüm” ödeşmeyecek… Onlar masumdur, günahı ve sevabı yoktur ki, nasıl ödeşeceğiz?

Kurban denen bir katliam yapıyoruz. O hayvancıklara neler çektiriyoruz. 2001 yılında, Balıkesir’in göbeğinde, satın aldığı süt danasının “Kaçmasın” diye dört ayağını keserek üç gün besleyen ve o zavallıyı kestikten sonra kendisini Cennetlik görmekte bir an tereddüdü olmayan Üniversite mezunu bir insanı tanıdım.

O insan olduğu için, ben insan değilim artık; onunla aynı kefede olamam. İstifa ediyorum ve “ben insan değilim” diyorum, hem de tüm içtenliğimle…

Din adına bu katliam neden? Biz atalarımızın dinini mi yapıyoruz yoksa Kur’an emrini mi? Atalarımızın dinine göre, “Hacc, yani Kurban bayramı 4 gündür” ve orada 4 milyon kurban (deve, sığır, koyun, keçi vb.) kesilir. Suudiler’in soğuk hava depoları 150 bin kurban içindir, yani 4 stadyum dolusudur. Ya geriye kalan 3 milyon 850 baş hayvan nereye gidiyor dersiniz? Toprağa gömülüyor, ceset tarlaları oluşturuluyor.

Mekke’nin limanı Cidde’nin hemen karşısında bir feribot mesafesi uzakta duran Sudan, Somali ve Eritre gibi açlıktan kitle halinde ölen Müslüman ülkelere bile gönderilmiyor. Kurbanların çoğu da hacıların talebini karşılamak üzere hamile hayvanlardan da tedarik ediliyor; bunların nüfusu azalırken, dünya çapında et fiyatları her yıl yukarı tırmanıyor.

Acaba benim Rabb’im kurbana ve kana bu kadar aç olabilir mi? Şimdi, barış adına lütfen şu ayetleri araştırın:

Tevbe/36: Haram aylar dört tanedir. Bu aylara saygısızlık etmek haramdır – 37: Haram aylar ard arda değil, dört ay halinde dağıtılmıştır ve yerlerini keyfi olarak değiştirmek büyük günahtır.

Maide/97: Haram aylar insanların barış dayanağıdır. Haram aylarda sadece Hacc yapılır ve savaşılmaz.

Bakara/217: Haram aylarda savaşmak büyük günahtır.

Haram aylar, yıl içindeki 4 aydır ve birbirini izlemez; kimi kış içinde, kimi yaz içindedir. Toplam 120 gündür ve yılın üçte-biri tutarındadır. Haram ayların amacı Hacc’a gitmektir. Bunun için, haram aylar 120 gündür ve Hacc edilmesi içindir; insanlar hacı olurlar. Kalan 240 gün ise, Umre’dir, yani Hacc dışı nafile ziyarettir.

Pekiyi, Allah’ın emri böyle de, 4 aylık bir Hacc farizasını neden tepiş-tıkış dört milyon kişi olarak dört günde yapıyoruz? Hem de adam başı birer kurban keserek ve sanki koca ineği orada yiyecekmişiz gibi cinayet işleyerek! Allah’ımız 4 ay Hacc diyor, biz bunu birbirini çiğneyip öldüren tepiş-tıkış 4 güne indirgiyoruz.

Koşun şehit olmak için o milyonluk kuru kalabalıkta birbirinizi öldürün! Rabbimiz, bize, 120 gün içinde değişik günlerde kurban kesilmesini ve bunların peryodik olarak diğer yoksul ülkelere düzenli sevkini ve özellikle yetimlere ve çocuklara gönderilmesini istiyor.

Ayet, “isteyene de istemeyene de, Kurbandan armağan ediniz” buyuruyor. Bunun içinde Dünya çocukları var. Onlar sabi, masum, yani akil-baliğ/ergin olana dek Müslüman değiller mi? Onların anne-babaları gayrı müslim diye göndermeyelim mi?

Evet, hep birlikte Müslümanız; ama ben bunlarla aynı dinden değilim (zaten, Hanif‘im). Bir türlü anlayamadık şu mübarek Kur’an’ı. Kur’an kurumsaldır. Müessesseleşmemizi istiyor. Nasıl ki Zekat, vergi çıkışlı mali bir kurumsal unsur ise, Kurban da çoluk/çocuk önünde vahşet tablosu yaratmak değildir. Onun da, mezbaha denilen gezgin bir kurum içinde (bu bir seyyar TIR da olabilir) ve gözardında olması gerekir.

Tevrat’a dayalı Musevilik, intikamcı ve savaşçı bir dindir. Her milletin bir Tanrı’sı vardır ve Yahudi’erin özel ilahı olan Yahowa başka ırkların can düşmanıdır. Başka milletlerin katledilmesini, bu yapılamıyorsa, burunlarının kesilmesini, ellerinin ve kemiklerinin kırılmasını emreder. Oysa, onlar da Müslüman’lardı ve barışa (selama) dayalılardı. (Şalom, İbranice Selam = Barış demektir ve Museviler kendilerinden başkasına bu selamı kullanmazlar).

İkinci olarak da, İncil’e dayalı Hıristiyanlık gelmişti. O da çok barışçıydı ve selama (salut) dayalıydı. Öyle ki, asla ve asla savaşmak yoktu. “Birisi yanağınıza tokat atarsa, öteki yanağınızı uzatın. Buna da tokat atarsa yeniden ilk yanağınızı uzatın.” felsefesi vardı.

İslamiyet ise, Selam (Barış) ile geldi ve hatta Cihat’a, yani özsavunmaya, nefsi müdafaanıza bile yıllarca izin çıkmadı. Daha sonra da, gerçekten mücahede emri geldi. Bu haliyle, Kur’an, “Hem yanağımızı uzatmamızı; fakat tokat yersek, ötekini uzatmak yerine, kendimizi savunmamızı” istemektedir (Yahudi’lerin intikamcı ve insan düşmanı Tanrı’sı ile Hıristiyanlar’ın çok hoşgörülü Tanrı’sının ortalaması sanki).

İslam (Barış) kelimesi, Kur’an’da, örneğin Ali İmran-102 ve 103. ayetlerde yer alır: “Ey inananlar! Allah’tan korkun (aşık olmaya kalkmayın) ve son nefesinizde barış içinde can verin. Topluca Allah’ın ipine tutunun (şeyhlerin ipine değil), sakın dağılmayın; ayrılıp (mezheplere) bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetlerini anın. Hani siz, birbirinizin can düşmanı kalleşler iken, O (Allah) gönüllerinizi sevgi ile birleştirdi de, barış sayesinde birbirinizin kardeşi oldunuz.”

Maide Suresi 3. ayet içinde yanlışlıkla yer alan (ki Kur’an’ın son ayetidir; bundan sonra ayet gelmemiştir) pasajda şöyle buyuruluyor: “Bugün, üzerinize olan nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslam’ı (barışçıllığı) seçtim ve bundan razı oldum.”

“Selam”ı, “İslam”ı, “müslim”i ve “teslim”i, hep dinimizin adı sandık. Oysa, hiç barışı, barışıklığı, barışçıllığı, barışmayı dinimizin ismi olarak özümseyemedik. Keşişler gibi, hep İslam’ı (Barış’ı) bir kavga aracı olarak, cihad, silah, Hizbullah cinayetleri, insanları taşlayıp öldüren Mollacılık, kılıçla kafa kesen arabesklik, diğer din gruplarını da kitle halinde kesip biçen Taleban zıpırlığı diye düşündük. Bunun barış neresinde? Kan ve vahşetin adı ne zamandan beri barış oldu? Bu bakımdan, ben nasıl ki insan olmaktan istifa ettimse, Müslümanlık’tan da bir bakıma istifa etmeyi düşündüm. Daha doğrusu Müslümanlığı aşmayı, yani Hanif olmayı seçtim. Barış, yani İslam, bir amaç değil, araçtır. Amaç olan, Hanif olmaktır.

Sevgideğer Hanif dostlar! Size, Müslümanlık’tan daha doğru, daha gerçek, daha güzel bir dinin adını, araştırmanız için ödev olarak vereyim mi? Arapçası Hanif olan bu kavram için, bir altyapı ve ön bilgi olarak şu ayetleri ödev edininiz ki, anlaşılayım ve anlaşabilelim. Çünkü, söyleşilerimizin temeli için böyle bir hazırlığa gereksinimimiz olacaktır:

Bakara/135: ‘… De ki: Hayır, biz Hanif olan İbrahim’in dinindeniz.’

Ali İmran/67: ‘İbrahim, ne Yahudi, ne Hıristiyan’dı; o Hanif dinindendi.’

Ali İmran/95: … De ki Allah gerçekçidir. O halde, İbrahim’in dini olan Hanif’liğe uyun…

Nisa/125: Kim vardır ki, ondan daha güzeli var olsun? İyilik halinde, tam bir ihlas ile kendini Allah’a teslim etmiş (Yaratan ile barışmış) ve Allah’ın indindeki en güzel din olan İbrahim’in dini Hanif’liğe tabi olmuştur. Allah İbrahim’i dost edinmiştir.

Enam/79: Kuşkusuz ben her dinden vazgeçip, yüzümü Hanif olarak o gökleri ve yeri yaratan Allah’a döndüm.

Enam/161: De ki Muhakkak Rabbim beni İbrahim’in doğru yoluna dosdoğru olan Hanif dinine iletti.

Yunus-105: ‘Ey Resul! De ki: Ayrıca yüzünü Hanif dininden ayırma ve sakın ortak koşanlardan olma diye emrolundum.’

Hac-31: ‘… Allah’a Hanif olarak muhatap olun, habis ortak koşmalardan kaçının.’

Nahl-120: ‘Doğrusu İbrahim Hakk’a yönelen bir kurucuydu. O Hanif idi.’

Nahl-123: ‘Ey Resul! Sana Hanif ol, İbrahim’in dinine uy diye vahyettik.’

Beyyine-5: ‘Halbuki, onlar yalnızca Hanif olmak üzere, dini sadece Allah’ a has (özgün kılarak, mezhep imamlarına, şeyhlere, kullara vb. has kılmayarak), Allah’ı bilmekle, salatı ikame etmekle ve zekat vermekle emrolunmuşlardı. En dosdoğru ve gerçekçi din de işte bu Haniflik’tir.’

Rum30: ‘Sen artık yüzünü hakka yönelmiş Hanif dine dön ki, Haniflik Allah’ın mayasıdır. İnsanları o maya üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında hiç bir değiştirme ve değişiklik bulunmaz. İşte En doğru ve en sağlam din Haniflik’tir; fakat insanların çoğu bilmezler.’

Rum-43: ‘Allah katından geri çevrilmez bir gün gelmezden önce, yüzünü Hanif dinine çevir. Ki o gün insanlar bölük bölük ayrılırlar.’

Dikkat ettiniz mi sevgideğerler, “İslam/Müslümanlık”tan çok, “Kur’an, “Hanif” diye Müslümanlık üstü bir dini emrediyor. Hem de Resulullah’a emrediyor ve İslam kalmakla yetinmeyip, yüzünü Hanif dinine çevirmeye emrolunuyor (Yunus/105). Bunu aklından çıkardığı anda, “Yüzünü yeniden Hanif dinine çevir.” (Rum/30) demiş ve 13 ayet sonra, “Yüzünü dosdoğru Hanif dinine çevir” diye uyarılmıştır (Rum/43).

Bilmem anlatabildim mi, Hanif dostlarım, (Allah İbrahim’i Hanif olduğu için dost edinmiştir). Bilmem anlaşabildik mi sevgideğerlerim. Müslümanlık = Sevgi + Barış’tır. Bilmem anlaşıldım mı?

Müslümanlık araçtır; aracı amacından çok sevenin yeri, Vakıa Suresi’ndeki Ashab-ı Meymene’nin Cennetleri’dir. Amaç olan Haniflik’tir. Amacını aracından çok sevenlerin yeri ise, bu Cennet’in üzerindeki Allah dostları mekanı olan Sabıkun’dur.

Vakıa Suresi’nin başlarında: “Sizler üç sınıf olacaksınız: Cehennemlikler, Cennetlikler, bir de bunların üzerinde Allah Dostları…” buyurulmuştur.

En güzel ve gerçekçi din Haniflik’tir. Müslümanlık’la yetinmeyin, küçük hesaplara girmeyin. Eğer Sabıkun’a giderseniz, orada (Vakıa-25) sadece “Selam ve Selam” var.

Slm & Slm

Hans von Aiberg, Mail n° 007 – Tarih: 13 haziran 2001, 21:12: (61)

Yorumlar