“KÜRTLERİN ALEVİ KATLİAMLARI”

armagan
 
fft64_mf1477429

Türkiye Cumhuriyeti ile ümmetçi bir Osmanlı devlet yapısından milli bir devlet yapısına geçilmiştir. Her ülkede kendi 

koşullarına göre var olan üst kimlik, Osmanlı'da ümmetçi dini kimlik iken Türkiye Cumhuriyeti'nde laik milli kimlik olmuştur.
Bölücü Kürtçü siyaset, Alevi toplumunu güdümüne alıp Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı aşılamaya ve çeşitli kesimleri kendine eklemlendirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda Cumhuriyet dönemindeki Kürtçü ve bölücü karakterli isyanlara karşı verilen tepkiler, Aleviler hedef alınmış gibi yansıtılmak istenmektedir. Terör teşkilatı PKK ve uzantıları da kendilerini Alevi topluluklarının hamisiymiş gibi göstermeye çalışmaktadır.
Oysa tarihi gerçekler PKK'nın bu yalanlarından çok farklıdır.
Gerek Türklük gerekse Alevilik bakımından en yıkıcı dönem, Yavuz Sultan Selim dönemine denk gelmektedir.Pek çok kaynakta Yavuz'un babası 2. Beyazıt’ın Bektaşi olduğundan, Şah İsmail'e "oğlum", Şah İsmail'in de kendisine "baba" dediğinden ve hatta Hacı Bektaş Ardalarından Balım Sultan’ın kendisine kuşak bağlamasından ve Bektaşi toplumuyla ilişkilerini düzenli yürüttüğünden söz edilmesi de son derece önemli bir bilgidir.
II. Beyazıt’ın Alevilerle ilişkisini yerinde görmeyen Şehzade Selim, "Pederimle görüşüp ahvali, devlete sözlü arz etmek zaruri bir iştir.” diyerek İstanbul’a kadar gitmiş ve neticede işi babasına kılıç çekmeye kadar götürmüştür.
Tarihimizde Kürtlerin Alevi katliamları, Şafi Kürt Nureddin Müftü El Hamza'nın Şeyhülislamlığı ile başlar. Yavuz Sultan Selim'in Şeyhülislam'ı olan Şafi Kürt El Hamza verdiği fetvalarda şu ifadeleri kullanmıştır:
"Aleviler İslam'ı yok etmeye çalışır, kafir ve dinsizdirler, bunları öldürüp toplumlarını darmadağın etmek bütün Müslümanlara vacip ve farzdır, bunu yaparken ölenler şehittir, bunların hali kafirlerin halinden daha fena ve çirkindir çünkü bunların kestikleri mundardır, nikahları batıldır, malları, kadınları ve dahi çocukları helaldir, onlara gidenler dahi öldürülmelidir, bunlar hem dinsiz hem bozguncu olduklarından katledilmeleri her iki yönden vaciptir."
(Prof. Dr. Şehabettin Tekindağ, "Yeni Kaynak ve Vesîkaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi", İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, Sayı 22, s. 17, 1968)
Yavuz Selim'in veziri olan ve yine Şeyhülislamlık yapmış olan bir başka Şafi Kürt İbn-i Kemal (Kemalpaşazade Ahmet Şemsettin Efendi) ise Aleviler için verdiği fetvada şunları söyler:
"Kafirliklerinden şüphe etmiyoruz. Yöreleri Dar'ül Harp'tir. Erkeklerinin ve kadınlarının nikahı geçer­sizdir. Onların çocuklarının her biri zina çocuğudur. Onlardan birinin kestiği hayvan mundar, onların kadınları ve çocukları helal olur. Erkeklerine ge­lince öldürülmeleri vaciptir."
(Mecımüa-i Resal, Süleymaniye Kütüphanesi, Pertev Paşa kısmı No:621)
Bu fetvayı veren İbn-i Kemal'in Alevi katliamlarında başrol oynayan Şafi Kürtlerden olan İdris-i Bitlisi'nin Heşt-Behişt adlı eserini tercüme etmiş olması da oldukça dikkat çekicidir.
Anadolu'daki ilk yoğun Kürt toplulukları, Osmanlı-Safevi savaşları sırasında, Osmanlı’nın isteğiyle "Safevilere karşı cephe kurmak maksadıyla“; Kuzey İran’dan Anadolu'ya taşınarak yerleştirilir. Bu nüfus hareketinin sebep ve sonuçları, bilindiği gibi günümüze değin sarkan problemlerimizin ilk sahneleri olmuştur.
1514 Çaldıran Savaşı’nda İdris-i Bitlisi liderliğindeki Kürt aşiret reisleri, Şah İsmail’in liderliğindeki Türklerin Safevi Devleti ordularına karşı Osmanlı’ya destek olmuşlardır. Dönemin Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, Kürtlerin bu yardımlarını ödüllendirmiş ve bugünkü İran'ın dağlarından getirilerek Güneydoğu Anadolu’ya yerleştirilen Kürt aşiretlerine “bir tür özerklik” vermiştir.
Şafi Kürt Nureddin Müftü El Hamza'nın Şeyhülislamlığı, Şafi Kürt İbn-i Kemal (Kemalpaşazade Ahmet Şemsettin Efendi)'in vezirliği ve Şafi Kürt İdris-i Bitlisi'nin aşiretler reisliği döneminde Çaldıran Savaşı öncesi ve sonrasında Anadolu'da Alevi katliamı yapılır.
Pek çok kaynak Anadolu genelindeki bu katliamlarda öldürülen Alevi sayısının 40.000 olduğunu ifade eder.
(40 bin nüfus demek, o tarihin Anadolu’sunda yaklaşık 4 büyük şehrin nüfusu demektir. Aynı tarihte Trabzon’un nüfusu 10 bindir.)
Bu katliamlar, huzursuzluğu artırınca Doğu Anadolu’da “düzenin sağlanması“ görevi Şafi Kürt İdris-i Bitlisi’ye verilir. İdris-i Bitlisi de 25 Kürt aşiretini bir araya getirerek onları, “Alevilerin kökünü kazımaya“ teşvik etmiştir.
İdris-i Bitlisi’nin önerisi üzerine, mezarı Diyarbakır'da olan Enderun devşirmelerinden Bıyıklı Mehmed Ağa, Diyarbakır bölgesi beylerbeyi yapılmıştır. Yavuz, yayınladığı bir fermanla 33 Kürt beyine derebeylik hakkı vermiştir. Bu hak sayesinde Kürt aşiret beyleri, bulundukları köyün veya kasabanın sahibi olmuşlardır.
İdris-i Bitlisi’nin “Selim Şahnamesi“nde yazdığına göre, “40 bin Alevi'nin başı kesilmiştir.“ Şafi Kürt İdiris-i Bitlisi, “Bir şafi Kürt ne kadar günahkar olursa olsun 7 Alevi Türkmen öldürürse cennete gider.“ diyecek kadar sapkındır. Binlerce “Alevi Türkmen“ İdiris-i Bitlisi gibilerin katliamından kurtulmak için “Kürt“ kılığına bürünmüştür.
Yavuz Sultan Selim’in “Kürtleri, Alevilere karşı kullanma karşılığında” Kürtlere verdiği ayrıcalıkları, oğlu Kanuni Sultan Süleyman da devam ettirmiştir.
Aşağıdaki ferman Kanuni Sultan Süleyman’a aittir:
“ (…) Yavuz Sultan Selim zamanında Alevi Türkmenlerin yenilmesinde faideler gösteren Kürt beylerine, gerek devlete karşı gösterdikleri öz kulluk ve dilaverlikleri karşılığı olarak ve gerekse kendilerinin vaki müracaatları göz önüne alınarak her birinin öteden beri ellerinde ve tasarruflarında bulunan eyalet ve kaleler, geçmiş zamandan beri yurtları ve ocakları olduğu gibi, ayrı ayrı beratlarla ihsan edilen yerleri de kendilerine verilip mutasarrıf oldukları eyaletler, kaleleri, şehirleri, köyleri ve mezraları bütün mahsulleriyle oğuldan oğula intikal etmek şartıyla kendilerine temlik (mülk) ihsan edilmiştir.”
(Topkapı Sarayı Arşivi, E-11969 sayılı evrak)
Hem Kanuni Sultan Süleyman'ın hem de Kanuni'nin oğlu II. Selim'in Şeyhülislam'ı ise yine bir Şafi Kürt Ebussuud Efendi olmuştur.
Şafi Kürt Ebussud'un fetvaları da kendinden önceki Kürt Şeyhülislamların ifadelerini tekrar etmekte ve Alevi katliamını şer'an vacip görmekte ve bir adım daha ileri giderek yedi Alevi öldürene cennetin anahtarının verileceğini vaat etmektedir.
Anadolu'daki bu Alevi katliamları asırlarca sürmüş yeni bir saldırı dalgası da Hamidiye Alayları ile gelmiştir. II. Abdülhamit döneminde Şafi Kürt aşiret reisleri 26 alay kurar. Bu alaylara giren Kürtler uzun ve tehlikeli askerlikten ve vergi vermekten muaf olurlar. Alayların subayları ise İstanbul'da askeri eğitim görmüş Kürt aşiret çocuklarından oluşacaktır. Bu ihtiyacı karşılamak için İstanbul'da Aşiret Mektebi adıyla askeri eğitim veren okullar kurulur. Bu Kürt subaylar gösterdikleri başarılar ile üst mertebelere çıkabileceklerdir.
Şafi Kürtlerden oluşturulan ve Ruslara karşı kurulan Hamidiye Alayları amacına uygun faaliyette bulunmaz. Hamidiye Alayları daha çok eşkıyalık yapar. Alevi köylerine baskınlar düzenleyip çapulculuk ve katliamlar, tecavüzler yaparlar. Hamidiye Alayları'nda Kürtçü ve ayrılıkçı hareketler de filizlenip örgütlenmeye başlamıştır.
(M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi)
Bütün bu olaylar karşısında Aşiret Mektebi Müdürü Kolağası (Yüzbaşı) Kamil Bey "Bunlar aşiret değil haşerat!” diyecektir. Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilmesinden sonra iktidara geçen İttihat ve Terakki Fırkası, Hamidiye Alayları teşkilatını lağveder.
İşte böylece Kürtlerin Alevi katliamlarının kanlı sürecinden geçilerek Cumhuriyet dönemine gelinmiş olur.

seyh-said
 
25044

Tekrar edelim:

Bölücü Kürtçü siyaset Alevi toplumunu güdümüne alıp Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığı aşılamaya ve çeşitli kesimleri kendine eklemlendirmeye çalışmaktadır.
Osmanlı dönemindeki belli başlı ayrılıkçı Kürt isyanları şunlardır:
1. Babanzade Abdurrahman Paşa İsyanı (1806-1808,Süleymaniye)
2. Babanzade Ahmet Paşa İsyanı (1812, Süleymaniye)
3. Dersim (Tunceli) Aşiretleri İsyanı (1818-1820, Dersim-Tunceli)
4. Revaduz Yezidi İsyanı (1830-1833, Hakkari ve çevresi)
5. Mir Muhammet İsyanı (1832-1833, Soran)
6. Kör Mehmet Paşa İsyanı (1830-1833, Erbil, Musul, Şirvan)
7. Garzan İsyanı (1839, Diyarbakır)
8. Bedirhan Bey İsyanı (1843-1847, Hakkari ve çevresi)
9. Yezdan İzzettin Şer İsyanı (1855, Bitlis)
10. Bedirhan Osman Paşa İsyanı (1877-1878, Cizre ve Midyat)
11. Şeyh Ubeydullah İsyanı (1880, Hakkari, Şemdinli)
12. Emin Ali Bedirhan İsyanı (1889, Erzincan)
13. Bedirhani Halil ve Ali Remo İsyanı (1912, Mardin)
14. Molla Selim ve Şeyh Şehabettin İsyanı (1913-1914, Bitlis)
Cumhuriyet dönemindeki belli başlı ayrılıkçı Kürt isyanları ise şunlardır:
1. Nasturi İsyanı (1924)
2. Şeyh Sait İsyanı (1925)
3. Raçkıtan ve Raman İsyanı (1925)
4. Sason İsyanı (1925)
5. Karaköse (Ağrı) İsyanı (1926)
6. Koçuşağı İsyanı (1926)
7. Mutki İsyanı (1927)
8. İkinci Karaköse (Ağrı) İsyanı (1927)
9. Bicar İsyanı (1927)
10. Asi Resul İsyanı (1929)
11. Tendürük İsyanı (1929)
12. Savur İsyanı (1930)
13. Zeylan İsyanı (1930)
14. Oramar İsyanı (1930)
15. Üçüncü Karaköse (Ağrı) İsyanı (1930)
16. Pülümür İsyanı (1930)
17. Dersim (Tunceli) İsyanı (1937-1938).
Bu bağlamda Atatürk ve Cumhuriyet dönemindeki Kürtçü ve bölücü karakterli isyanlara karşı verilen tepkiler, yine bu ayrılıkçı Kürt isyanlarının günümüzdeki son halkası olan PKK terör teşkilatı ve onun uzantıları tarafından Aleviler hedef alınmış gibi yansıtılmak istenmektedir. Terör teşkilatı PKK ve uzantıları, kendilerini Alevi topluluklarının hamisiymiş gibi göstermeye çalışmaktadır. Oysa Anadolu tarihi Kürtlerin Alevi katliamlarıyla doludur.
Kaynak:Ata Eğitim ve Bilim Çalışanları Sendikası

Bunları da sevebilirsiniz

Yorumlar